Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) – Eğitim Reformu Girişimi (ERG), “Eğitimde Fırsat Eşitliği” başlığıyla 1-3 Aralık'ta yapılan ve "okul öncesi çocuklara din eğitimi verilmesi" yönünde tavsiye kararı alınan 20. Millî Eğitim Şurası'na ilişkin değerlendirme yaptı.
Çocukların erken dönemde soyut öğeleri anlamdıramayacağı vurgulana açıklamada, "Belirli bir dine yönelik tanıtılan öğeler (tanrı, dualar, cennet, cehennem, ibadet gibi) toplumdan topluma ve farklı inanç grupları arasında değişmekte ve aynı toplulukta bile herkes tarafından aynı şekilde algılanmamaktadır. Ayrıca, bilimsel alanyazının işaret ettiği üzere, çocuklar erken çocukluk döneminde soyut öğeleri anlamlandıramaz ve daha çok somut nesneler üzerinde düşünürler" denildi.
Şûrada gündeme gelen "değerler eğitimi" ve "ahlak eğitiminin", evrensel tanımına ve bilimsel eğitim yaklaşımlarına uyacak şekilde kurgulanması gerektiğine işaret eden ERG ve AÇEV, "din eğitiminin ise bu dönemde çocuklara verilecek eğitimin içinde yer almamasını" vurguladı.
Açıklamadan öne çıkan noktalar şöyle:
Erken çocukluk döneminde, din, ahlak ya da değerler eğitimi adı altında, bu öğelerin çocuklara tanıtılması ve/veya empoze edilmesi, çocuğun zihninde anlam veremediği düşüncelerin veya karışıklığın, kimi zaman da korkuların oluşmasına yol açabilir.
Gelişimsel özellikleri nedeniyle, çocuklardan erken çocukluk döneminde, bu olguları/kavramları anlamalarını ve hatta belli dini kurallara göre hareket etmelerini beklemek genel eğitim yaklaşımının da amaçlarına uymaz.
Söz konusu tavsiye kararı hem çocuk gelişimi bakımından hem de din veya inanç özgürlüğü ile çoğulculuk ilkesi ve ayrımcılık yasağı bağlamında sorunludur.
Birleşmiş Milletler Din veya İnanç Özgürlüğü Özel Raportörü, çocukların “ailelerinden ve mensubu oldukları topluluklardan bağımsız olarak da hak sahipleri” olduğunu vurgular; Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi (ÇHK) ise çocukların kendilerine dair karar süreçlerine katılım haklarını, bu hakkın yaşla sınırlandırılmaması gerektiğinin altını çizerek güvence altına alır.
Çocukların kendilerini ifade edebilmeleri ve katılım sağlayabilmeleri için onlara “şeffaf ve bilgilendirici, gönüllü, saygılı, ilgili, çocuk dostu, kapsayıcı, eğitimle desteklenmiş, emniyetli ve riske karşı duyarlı ve hesap verebilir” ortamlar sağlamak devletlerin görevidir.
Birleşmiş Milletler Din veya İnanç Özgürlüğü Özel Raportörü’nün vurguladığı gibi mevcut eğitim sisteminde okul başarısına atfedilen önem ve öğretmenlerin otorite figürleri olarak çocukların hayatındaki rolleri düşünüldüğünde, okul ortamının öğrencilerin kendi kararlarını vermeleri için gereken şartları karşılamayabileceği, çocukların ya da ebeveynlerin kendilerini baskı altında hissedebileceği ve özgürce seçim yapamadığı durumlar olabilir.
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, çocuğun din ve inanç özgürlüğünün güvence altına alınmasını, çocukların dini endoktrinasyona karşı korunmasını, okullarda sunulacak herhangi bir dini eğitimin çocukların, ebeveynlerinin ya da yasal vasilerinin beklentilerine uygun ve ayrımcılık doğurmayan seçeneklerle birlikte sunulmasını şart koşuyor.
İlk ve ortaöğretimde sunulan zorunlu ve seçmeli dersler de din veya inanç özgürlüğü bakımından gerekli koşulları sağlamıyor; “Çocuk haklarının gerekleriyle ilgili evrensel insan hakları normları ve standartlarıyla uyumlu, farklı kesimlerin taleplerini ve ihtiyaçlarını dikkate alan bir modelin geliştirilmesi temel bir ihtiyaç olarak geçerliliğini koruyor.”
İlgili uluslararası insan hakları norm ve standartlarına göre tarafsızlık, nesnellik ve çoğulculuk ilkelerini gözetmeyen bir din dersi devlet okullarında zorunlu olarak sunulamaz.
Ancak din, ahlak ve değerler eğitimi kavramlarının sınırlarının net olmaması ve çoğulculuk ilkesinin uygulamadaki karşılığının yoruma açık olması, din eğitimi unsurları barındıran eğitimlerin Türkiye’de yalnızca ya da ağırlıklı olarak Sünni İslam temel alınarak sunulmasına yol açabilir.
Çoğunlukçu, ahlakı dindarlığa, dini de tek bir egemen inanca indirgeyen eğitim programları çocukların “kendi kültürel kimliklerine tamamen saygılı, kaliteli eğitim alma”¹³ haklarını ihlal eder.
Din ve inanç özgürlüğünü güvence altına alan ve eğitime erişim hakkını düzenleyen sözleşmeler bu hakların ayrımcılık yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirir. Ayrıca, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHS) çocuğun dinini veya inancını açıklamaya zorlanmamasını güvence altına alır.
Birleşmiş Milletler Din veya İnanç Özgürlüğü Özel Raportörü, dini azınlıkların okulda “toplumun geneline asimile olmaya sevk etme niyetiyle yapılan ayrımcılık, zorbalık ve baskıdan” korkabileceklerini belirtmiştir; erken çocukluk döneminde çocuklar bahsi geçen olası baskının zararlı etkileri karşısında özellikle kırılgandırlar.
Bu bağlamda, okul öncesi seviyesinde din eğitimi verilmesine ilişkin tavsiye kararı, uygulandığı takdirde, ÇHS başta olmak üzere Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan bir dizi hakkın ihlali anlamına gelecektir.
Çocuk gelişimine ilişkin bilimsel alanyazın ve ilgili insan hakları ile çocuk hakları norm ve standartları temel alındığında, okul öncesinde din eğitiminin ve/ya dini referanslar içeren ahlak eğitimi ile değerler eğitiminin birçok açıdan sorunlara yol açacağı açıktır.
İnanca yönelik her türlü dayatma geçmişte olduğu gibi başka toplumsal gerilimlere ve ayrışmalara neden olmakta ve bir arada yaşama kültürünü olumsuz etkilemektedir.
Okul öncesi dönemde din eğitimine yönelik, usule aykırı biçimde alınan tavsiye kararının çocuklar üzerinde gelişimsel ve psikolojik olumsuz etkileri ile toplumsal barış için olumsuz sonuçları olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Şura ihtisas komisyonlarında alınan tavsiye kararları, uygulamaya geçirilmeden önce bilimsel araştırmaların gösterdiği kanıtlar çerçevesinde ve çocuk hakları norm ve standartları ile ulusal mevzuat doğrultusunda değerlendirilmelidir."