EVRİM

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Hangi yüzyılda yaşadığımızı kendime sorgulamaya çalışmaktayım. Kültür denilince her insanın aklına ne gelir bilmiyorum. Kültürün sonradan insana aşı ile zerk edilmediğine inanmaktayım. Kültür bir yılda, beş yılda insanda oluşmamakta. Yıllar, hatta yüzyıllar gerekli. Bir yerde genlere kazınması için daha da fazla zamana ihtiyaç duyulmakta. Yemek yemek, oturmak, kalkmak  topluma hitap etmek, bunların hepsi bir gen haritasına sığabilecek davranışlar diye düşünmekteyim.

Bunların izleri nesillere aktarılmakta. Yalnız, nesillerinde böyle düzenli hayatı olmayan insanlarda, davranış çarpıklıkları olması mümkündür. Adam çadırdan çıkıp evre geçirip küçük bir evde oturduktan sonra, daha rahat bir ortam olan apartman dairesinde oturması, evreleri sindirerek geçiş olarak nitelendirilir. Daha sonra bir site içinde müstakil bir villada oturmak veya site içinde büyük bir apartman dairesinde oturmaya kalkmak, evresel açıdan tekamül olarak sindirilebilir. 

Böylelikle davranışlarda tekamülü yakalamak olasıdır. Adam oradan çıkıp bir sarayda oturursa yadırgamaz. Yalnız barakadan çıkarıp bir apartman dairesine getirin, uyum genelde zor olur. Alışıla gelmiş davranışları burada izlemek doğaldır. Bir apartman dairesinin kapısının dışında eşikte ayakkabılar görürseniz, tekamülün bu evrede oluşmadığını düşünürsünüz. Bunu görgü veya görgüsüzlük olarak nitelemiyorum.

Buna yaşayış biçimindeki çevre uyumu olarak da denebilir. Sofrada tabakların konulması, çatal ve bıçağın yerlerinin belirlenmesi, yemek sonrası tabaktaki yiyecek bile olsa garson tarafından kaldırılması konusunda çatal ve bıçağın duracağı yerin olması, hep bir kültür konusudur. Konuşmak bir kültür meselesidir, dinlemek bile bir başka adap meselesidir. Dinlemek bir kültürdür. Konuşan insanlara saygıdan öte, ne konuşulduğunu anlamak , konuşmacıya hürmetten de ötedir.

İnsanoğlu her yaşta bir şeyler öğrenir, hatta bu dünyaya geliş nedeni sadece yaşayıp, yeni nesil üretmek için değildir. Bir çok konuyu öğrenmek için bu dünyada varız. Toplum yaşayışına uyum sağlamak için buradayız. Hayattan bir şeyler alıp, çevremize  bir şeyler vermek için buradayız. Yoksa ottan bir farkımız olmaz. Otun bile hayvan gıdası olarak bir işe yaradığını da unutmamamız gerekir.

Orta Asya’dan göç ederek gelen bir çok kavimler, Anadolu’ya geldiklerinde göçebe olarak yaşamlarından, hemen yerleşik düzene geçmediğini unutmamamız gerekir. Osmanlı Devleti olarak bir devlet oluşmamızda yüz yıllar geçirdik. Osmanlı döneminde bir tek padişahın emirleri ile bir kadı efendinin hukuk ürettiği bir ülkede, yaşam düzeni nasıl tekamül eder, düşünmekte yarar vardır.

Padişahın buyruğunun tartışılmadan kabul edilmesinin şart olduğunu, hatta Kadı bile Padişah sözünü tefrik edebilmekten uzak olduğunu unutmamak gerekir. Bu yüzyıllar sürecinde bile, ‘Yerleşik düzene geçtik’ demek zordur. Çünkü Anadolu’da kendimize yer bulduktan sonra, 650  yıl oraya buraya saldırıp, etraftaki devletleri haraca bağlama adına seferler düzenlenmiş. Bu arada yerleşik düzen kültürümüzün gelişmemiş olduğunu hepimiz görmekteyiz.

Son doksan sene içinde yüz yılların bıraktığı bu boşlukta uğraşıp durmaktayız. Arayı kapatmak adına Mustafa Kemal Atatürk’ün, Demokrasi ve Cumhuriyet sözcüklerini kullanarak yeni nesile bir kavram yaratmak istediğini, yaptığı devrimlerle gördük, yaşadık ve  okuduk. Sonra ne oldu da biz tekrar Osmanlı dönemine doğru adım adım geri gitmeye başladık. Demokrasi adını konuşmaktayız ama bu kelimeden toplumdaki değişik kesim insanların, başka başka anlamlar çıkarttıığını izlemekteyiz.

Gazetecilerin fikirlerinden ötürü tutuklu oldukları bir ülkede, fikir ve düşünme hürriyeti yoksa, Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin bir elden yürütüldüğü bir yönetim biçiminde kültür veya erkten bahsetmek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Yargıyı uzaktan kumanda eden bir Cumhur, yürütmeye ve hatta yasamaya da müdahil olursa bu ülkenin genlerine demokrasi kültürü yerleşebilir mi diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına. 

 

EVRİM