Ahmet Kireççi
Siz Ahmet Kireççi’yi hiç tanıdınızmı ? Bir duvarcı ustasının oğlu olan Ahmet 27 Ekim 1914 senesinde Kiremithane mahallesinde doğar. Çocukluğundan itibaren çok güçlü olan Ahmet, küçük yaşta fırıncının yanına çırak olarak verilir. Yaşının küçüklüğüne bakmaksızın fırında un çuvallarını tek başına kaldırmasını görenler hayret ederler. Kimi zaman inşaat işlerinde babasına yardım amacı ile yapı taşlarını tek başına kaldırmasını görenler gördüklerine inanamazlar. Ahmet’in güçlü yapısını gören herkes, bu güç karşısında hayran kalır.
Bu gücünü sporda da değerlendirmek için önce boks sporuna yönelen Ahmet, daha sonra atletizm dalına merak salar. Bir koşu sonrası hastalanır ve atletizm sporunu da bırakır. Daha sonra güreş sporuna ilgi duyan Ahmet’ i izleyen şehir itfaiye komutanı Memduh bey, onu himayesine alır. Onun desteği ile Tarsus’ta yapılan Karakucak güreşlerine katılır ve birinci olur.
Ahmet’in bu başarısını izleyen Memduh bey, Istanbul’dan tanıdığı güreş ajanı İsmail Hakkı Vefa bey’e bir mektup yazarak Ahmet’in elinden tutmasını ister. Bu mektubu Ahmet’in eline vererek Istanbul’a gönderir. Istanbul’da Kumkapı’daki Güreş Kulübüne kayıt olan Ahmet Kireççi, daha henüz 18 yaşında tecrübesiz bir güreşçi iken, Balkan şampiyonasına katılır ve birinci olur. 4-5 Haziran 1933 yılında İzmir’deki Balkan şampiyonasında Nuri Boytorun ve Adnan Yurdaer gibi usta güreşçileri yenerek şampiyon olur.
Güreşte kısa zamanda elde ettiği bu başarı nedeni ile , 1936 yılında yapılan ve Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin katıldığı ilk olimpiyat yarışlarına, güreş dalında 78 kiloda Ahmet Kireççi’yi gönderirler. Türkiye’nin kazandığı ilk Olimpiyat madalyası Ahmet Kireççi tarafından elde edilen bronz madalyadır. Atatürk, yurda dönen Ahmet Kireççi’yi Florya köşküne ister ve ‘’ Mersin’li Ahmet pehlivanı Florya‘ya getirin’’ der. Kendisi ile konuşan Atatürk ‘’Pehlivan seninle güreş tutsak benide yenebilirmisin’’ diye latife eder. Mersinli Ahmet ‘’ Paşam siz yedi düvele karşı güreştiniz ve yendiniz, benim ne haddime’’ diye cevap verir. O günden sonra herkez onu Mersinli Ahmet olarak hatırlar.
1948 senesinde yapılan Londra Olimpiyatlarında altın madalya kazanarak iki Olimpiyat oyunlarında madalya kazanan ilk Türk sporcusu ünvanını da kazanmış olur. Londra’da kazandığı başarıyı, İngiltere Kraliçesi Elizabeth olimpiyat köyünü özel ziyaret ederek bizzat Ahmet Kireççi’yi kutlamıştır. Mersinli Ahmet sporculuğu tam zirvede iken, daha yükseği olmadığı için bırakır. Çok ağır başlı , vakur, alçak gönüllü bir sporcu olan Mersinli Ahmet Kireççi, daha sonra güreş sporuna aktif antrenör olarak uzun seneler devam eder. Güreşçilere ağabeylik yapıp kendi stilini genç nesillere aktarmaya çalışır.
Hayatının belirli bir bölümünde, ünlü ses sanatcısı olan Safiye Ayla ile beraber olan Mersinli Ahmet, gece hayatını sevmediğinden, sade hayatı tercih eden yapısı sonucunda, dört sene süren birlikteliklerini sona erdirir.
Mersinde, gümrük meydanında, deniz kenarında bulunan Olimpiyat kıraathanesinde uzun seneler bir işletmeci olarak hayatını devam ettirir. Türkiye’de bir eşi daha olmayan Tarsus Amerikan Kollejinde okurken, zaman zaman Mersine hafta sonları gider, bu kahvehaneye mutlaka uğrardık. Saçları ustura ile traş edilmiş olarak kasada oturan Mersinli Ahmet ,‘’ Talebeler geldi onlara çay ‘’ diye bize çay ikram ederdi. Arada sırada elini ustra ile traş edilmiş başına götürerek kaşır, gelenlere mutlaka selam veren cüsseli bir pehlivan olarak hatırladığım Mersinli Ahmet 17 Ağustos 1979 elim bir trafik kazasında hayata veda eder.
Tarsus’da bine yakın Tarsus Amerikan Koleji mezunu, mükemmel organize edilmiş, muhteşem buluşma toplantısı için Mersin’e bu gelişimde, sabah kahvaltı ederken aklıma hafızamda yer eden Mersinli Ahmet geldi. Çarşıda karşılaştığım bir kaç esnafa onu sordum. Doğu şivesi ile konuşan biri hiç bilmediğini ve tanımadığını söyledi. CEZİRE satan bir başka Mersin’li esnaf ise, ‘’ Bey sen nerelisin ‘’ diye karşılığında bana soru sordu. Ankara’dan geldiğimi söylediğimde acı bir gerçekle karşılaştım ‘’ Ben Mersin’liyim, Mersinli Ahmet’i tanımayan doğulu nesle de aşina değilim ‘’ demekle yetindi, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalınma hem mıhına.