Her işin başı siyasetçi anlayışı mı?

YAYINLAMA: 04 Ağustos 2016 / 20.00 | GÜNCELLEME: 04 Ağustos 2016 / 20.00

 Siyasetçilere bakarsanız tertemizler... Egemenler; ama ayna önüne geçip, üzerlerinde kuruyup kalan siyaset kirliliğini görme cesaretleri yok gibi... Onlar için her kusur, başkalarının...  Tabii ki her alkış da onlar için olmalı...

        Demem o ki, siyasetçilerin kendilerine güveni olmazsa uzgörü/sağduyu ile ülke sorunlarına nasıl sağlıklı yaklaşacaklar?

        Şöyle çevremize bir bakalım... Bizim gibi yapan hiç var mı?

        Yıllardır siyaset sahnesinde dram sahneleniyor, siyasetçiler birbirlerini karalamak için yarışıyorlar.

        Bir dönem ve öncelerinde...

        Karşılıklı -ama adi şekilde- aşağılamalar.

        Küfürleşmeler...

        TBMM'de sille-tokat kavgalaşmalar.

        Nedenini düşündünüz mü hiç? İşin ucu gelip "Siyasi Partiler Yasası" ve "Seçim Yasası"na dayanıyor.

        Kısacası, "Parası olan düdüğü çalıyor" ortamı...

        Biraz da "Dayı meselesi..."düzeni...

        Böyle olunca insanda/siyasetçide  "özgüven duygusu" olur mu, gelişir mi?

        Kavga, gürültü, küfür..

                                                              ***

        Siyaset herşey midir? 

        Bizim gibi demokrasisi ve ekonomisi gelişmemiş ülkelerde "siyaset herşeyden önce gelsin;" isteğimizden ötürü tökezleyip duruyoruz. Sanki,  rotatife bağlanmış bir darbe sürecimiz var. Demokrasi algısını kendi kafasına göre sınırlayanlar, yarattıkları krizlerde bile; kendine gelip "- Nerede hata yatım?" sorgulamasını yapmak için ayna önüne geçecek yerde,  giymesi gereken kabahat/suç kürkünü başkalarına giydirip, işin içinden sıyrılmayı hüner sayıyorlar kendilerine...

        Siyasetin kendine özgü ağırlığı, onu icra edenlerin hafifliği/tutarsızlığı yüzünden ne duruma düştüğümüz de örnekleriyle ortada...

        Üzüntü verici... Sırıtan natürmort bir tablo...

        Kızıyoruz, öfkeleniyoruz, lanetliyoruz başkalarını ama, sıra siyasetçiye gelince, "dut yemiş bülbül" oluyoruz.

        Çünkü, dönen çarkı "görülecek işim" korkusuna bağlamışız bir kere.

        Giderek de kangrenleşen bir durum bu...

        Siyasetçi, altyapı oy potansiyeli olarak gördüğü "toplumun, kültürel, eğitim, sanatsal beyin kalkınması" konularını ihmal edip ertelediği sürece, demokrasimiz de gelişme sürecini tamamlayamayacak bir türlü...

        Bakınız, somut bir örnek vereceğim. Bu kafalarla "adam  olmayız" diyemem,  ama çirkinliği de belirtmek durumundayım.

        15 Temmuz darbe girişimini yüzlerce yaralı yanında 237 demokrasi şehidi vererek önledik. Çok şükür.

        İyi ki de atlattık bu badireyi... 

        Milletimizin sağduyusuna, Silahlı Kuvvetlerimize, Polislerimize şükran borcumuz var.

        Ama şunu söylemek durumundayım: Badireyi atlattık da, hani bundan çıkardığımız ders?

                                                            ***

        Salı günleri parti liderleri Parlamento'da grup toplantısı düzenliyor.

        Düzenlensinler de; "parti amigoları"nı  seyirci olarak salona alıp kendilerini alkışlatmak ne zaman moda oldu? 

        Var mı, TBMM tarihinde böyle bir gelenek?

        Vallahi ayıp oluyor, o kutsal havaya, Parlamento ciddiyetine...

        Bu kendine güvensizlik değil de ne? Siyasetçi dışarıda alkışa doyamayınca böyle mi olması gerek?

       Bu konuyu daha önce TBMM Başkanı Sayın C. Çiçek'in döneminde de bu köşede eleştirmiştim ama, "kim kime, dumduma " havaları içinde kaynayıp gitti.

                                                              ***

        Demokrasi inancı mı?

        Millet sergiledi. Silahlı güçler sahip çıktı.

        Ama siyasetçilerimiz, kendilerini yenileyip, yeni döneme başlamalılar.

        Eski siyasetin kokuşmuş alışkanlıkları artık demokrasi mezarlığına gömülmeli...

        Sonunda iş gelip siyasetçiye dayanıyor.

        Ama "yenileşmiş siyasetçiye, uzgörülü siyasetçiye, demokrat siyasetçiye..."

       

 

 

Her işin başı siyasetçi anlayışı mı?