Kadrolu Aslan
Bir zamanlar Afrika savanlarında genç ve yakışıklı bir aslan yaşıyormuş. Avcılar tarafından tuzağa düşürülmüş, yakalanmış ve Türkiye’de bir hayvanat bahçesine satılmış. Aslan ilk günler çok mutsuz olmuş. Kendi anavatanındaki özgürlüğünü, arkadaşlarını ve ailesini özlüyormuş.
Bir süre sonra kaderine razı olmuş. Bu andan itibaren eğer bu hayvanat bahçesinde yaşayacaksa en iyi aslan olması gerektiğine karar vermiş. Bu genç aslanın yan komşusu gene bir aslanmış. Komşu aslan yaşlı, tembel, pısırık, uyuz, beceriksiz, yeteneksizmiş ve bu halde gün boyunca uyuyormuş.
Genç aslan ise onun tam tersine kafesi içinde sürekli dolaşıyormuş. Gerçek bir Aslan Kral gibi davranıyormuş. Yelelerini dalgalandırıyor, kükrüyor, pençelerini sağa sola savuruyormuş. Halk genç aslanı çok sevmiş. Gün boyunca yan tarafta uyuyan yaşlı, miskin aslanla hiç kimse ilgilenmiyormuş. Genç aslan bu ilgiden çok memnunmuş. Ama bir türlü bu çabasının ödülünü alamıyormuş ve bu onu çok üzüyormuş.
Her gün öğleden sonra bakıcı kafeslerin arasında dolaşarak o günkü yiyeceklerini veriyormuş. Bakıcı gün boyunca tembel tembel, miskin miskin uyuyan yaşlı aslana kocaman bir but et verirken, bizim genç aslana muz, portakal ve fıstık veriyormuş. Genç aslan bu duruma çok üzülüyormuş.
“Belki yeterince çaba göstermiyorum. Daha fazla çaba göstereceğim” demiş. O günden sonra daha fazla mesafeler boyunca, daha gösterişli bir şekilde yürümeye başlamış. Hırlamış, dişlerini göstermiş. İçinde bulunduğu kafesi sarsacak kadar şiddetli kükremiş. Gün geçtikçe hayranları artıyormuş. Binlerce insan onu görmeye geliyormuş. Gazetelerde boy boy fotoğrafları çıkıyormuş. Ama kendisine verilen yemek hiç değişmiyormuş. Muz, portakal, fıstık…
Yaşlı aslan butları götürmeye devam ederken bizim ki vejeterjan yiyeceklere talim ediyormuş. Bir süre sonra artık dayanamaz hale gelmiş. Bakıcıyı durdurarak “Artık usandım muz, portakal, fıstık yemekten” diye şikayet etmiş. “Her gün yan kafesteki yaşlı, tembel, miskin aslana kocaman et parçaları veriyorsun. Beni muz, portakal, fıstıkla besliyorsun. Bu çok büyük bir haksızlık. Bu kalabalıklar hep benim için geliyor. Ben buranın yıldızıyım. Bütün işi ben yapıyorum. Neden bana et vermiyorsun?” demiş. Bakıcı cevap vermiş. “Genç aslana, ne kadar şanslı olduğunu bilmiyorsun. Bu hayvanat bahçesinin organizasyon kadrosunda sadece bir aslan var. Sen maymun kadrosunda gözüküyorsun.”
Şimdi hayvanat bahçesinden insanat bahçesine dönelim.
Siz hangi kadrodasınız? Aslan kadrosunda mı yoksa maymun kadrosunda mı? Ülkemiz insanı maalesef yüz yıldır hep kadrolara bölündü.
Kim iktidarda ise kendi yakınlarını aslan kadrosuna, diğerlerini maymun kadrosuna aldı.
Kimse liyakata bakmadı.
Kimse yeteneğe bakmadı.
Cumhuriyet kurulunca elit tabaka aslan kadrosuna alındı.
Köylüler, dindarlar, normal vatandaş hep maymun kadrosuna layık görüldü.
Ülkenin kaymağını beyaz Türkler yedi.
Bir Kürt kökenli vatandaş belediye başkanı olunca, hemen aslan kadrosuna kendi yandaşlarını doldurdu.
Bir Alevi iş başına geçince aslan kadrosu bu sefer Alevilere ayrıldı.
Sünniler aşağı kalır mı? Onlar da iş başına gelince kendi inancındakileri aslan kadrosuna aldılar.
Dindar geçinen kişiler yıllarca maymun kadrosunda dışlandığını unuttu. İktidara gelince kendi adamlarını aslan kadrosuna doldurdu. Ülkücü başkanın aslan kadrosu… Dindar başkanın aslan kadrosu… Irkçı başkanın aslan kadrosu… Kürtçü başkanın aslan kadrosu…
Devlet memuru olacaksınız. Karşınızda kapı gibi mülakat var. Mülakat ne demek? Mülakat aslan kadrosuna layık olduğunu ispatlama makamıdır. Velhasıl Türk olduk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Ermeni olduk. Laik olduk, dindar, cemaatçi, tarikatçı olduk. Müslüman olduk, Hristiyan, Yahudi, Yezidi olduk. Ama maalesef bir türlü “insan” olmayı başaramadık.
Dili, dini, meşrebi, mesleği, cemaati, tarikatı, rengi, kıyafeti ne olursa olsun. “Bu benim vatandaşımdır. Her şeyin en iyisine, en güzeline layıktır” diyemedik.
Herkesi sadece insan olarak göremedik. Aslan kadrosuna liyakati olanları atayamadık. Ne diyelim “Eyi olur zaar”.