TAMAM

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Hüsamettin Bey, mahallemizde sessiz sakin yaşayan bir aile babası idi. Kendisi Devlet Demir Yollarında çalışırdı. Sabahları Hüsamettin Bey evden 08.20 de çıkar, iki alt sokağın karşısında Kurtuluş tren istasyonu vardı. 08.35’deki trene biner, çalışma yeri olan Ankara garına giderdi. İnce zayıf yapısı, koyu gri fötr şapkası vardı. Yaz ve kış bu şapka onun başından hiç eksik olmazdı. Köşe başındaki iki katlı müstakil kırmızı bir evde otururlardı.

Merdivenle çıkılan evin girişinde balkon gibi bir yer vardı, eve oradan girilirdi. Burası aynı zamanda mutfak girişi idi. Hüsamettin Bey’in evden çıktığını gördüğünüzde, saatlerinizi ayar yapabilirdiniz. Dakik bir hayatı vardı. Akşam 17.25 treni ile istasyona gelir, oradan evine yürürken bazen kasap Rıza ile konuşur, bazen de Bakkal Mustafa Bey’le kısa sohbet ederdi. Ayakkabı tamircisi Mehmet ustaya selam vermeden geçmezdi.
Mahallede yaşayan başka insanlarla fazla bir muhabbeti yoktu.

Akşam gelir, mutfak balkonunda küçük çilingir masasını kurar, aheste bir akşam demi yaşardı. Bahçelerinde dut, kiraz ve erik ağaçları vardı. Her sene bu ağaçlar çok verimli olurdu. Mahalledeki çocukların bu ağaçlara musallat olmasına ses çıkarmazdı. Zaten kendi evlerindeki çocuk sayısı dokuz idi.
Biz Hüsamettin Bey’in kızdığını hiç görmezdik. Bunu evdeki çocuk sayısına yorardık.

Hüsamettin Bey’in evi iki sokağın kesiştiği yerde ve iki katlı idi. Alt kata girmek için önce üst kattan girmeniz gerekmekteydi. Hüsamettin Bey’in eşi Ayşe Hanım, ufak tefek bir bayandı. Biraz tombul olduğundan, her iki yana yalpa yaparak yürürdü. Her Perşembe günü Siyasal Bilgiler Fakültesinin karşısında, ana caddenin arkasında, kurulan pazara giderdi. Yazları kimi zaman benim validemi de alır, beraber giderlerdi. File taşımak konusunda yetenekli bir kadındı.

Kimi zaman Pazar yerinde hammallar dolaşır ‘Taşıyalım’ derlerdi. Ancak ne annem nede Ayşe Hanım bu konuya yanaşmazlardı. Nede olsa bir hammala verilecek 50 kuruşla birkaç kilo domates alınırdı. Ayşe Hanımın dokuz çocuğunun sadece biri erkek, diğerleri kızdı. Her birinin ismi kafiye ile bir birini tamamlıyan isimlerdi. Aralarında bir erkek çocuğun ismi Oktay olarak konulmuştu. Hüsamettin Bey akşamları yemeğini yalnız başına balkonda yerdi. Bunun nedenini hiç bir zaman öğrenemedik.

Sekizinci çocuğu YETER bizim sınıfta idi. İlkokulda daha birinci sınıfta idik ve Yeter, bir kardeşi daha olacağını söyledi bizlere . Yeter‘in hesabına çok sevinmiştik. Yeter ailede 8’inci çocuk idi ve bunların 7’si kız kardeşti. Ben bu kalabalık aileyi dışardan seyrederken hem gıpta ediyor, hem de bir evde bu kadar kalabalık aile içinde nasıl yaşanır diye düşünürdüm. Ailede hepsi tahsilleri için çeşitli okullara gidiyorlardı.
Mahallede yaz kış terlikle dolaşan bir kadın vardı, adına Terlikci Emine derlerdi. Kendisi alaylı ebelik yapardı. Bir evden diğerine koşardı. Aynı zamanda iğne de yapardı.
O gün bir telaşla Terlikci Emine, Hüsamettin Bey’in evlerine koşarak geldiğini gördük. Bir zaman sonra evden çıkarak gittiğini izledik.
Evde mutlaka bir olay vardı diye düşündük. Kısa bir süre sonra sokağa Yeter çıktı. Babası Hüsamettin Bey’de eve gelmişti. Evdeki telaşın ne olduğunu hemen sorduk. “Bir kızkardeşim daha oldu, babam onun adını TAMAM koydu” diye konuştu.

Yeter’in Tamam isimli bir kız kardeşi olmuştu. Daha sonra Yeter’in hiç kardeşi olmadı, diye hayattan bir kesit aktardım, hem nalına hem mıhına.
Kıskanma ne olur,,,
Çalış, senin de olur!

TAMAM