Asgari müşterekler...
Paydaşlar da her insan gibi, gündemdeki bir insan, nesne, olayı kendi bildiği, aklına yatan, vicdanını sığan, gözü kapalı başvurduğu bir modele uydurma eğilimi taşıyor. Bu hepimizde var. Yakın durduğumuz bu eğilim, ister model, ister gözlük, ister yaklaşım şekli, ister çerçeve, ister paradigma adı verilsin insan davranışını önemli ölçüde etkiliyor.
“Paradigmanız zihni süreçleriniz tarafından o kadar içselleştirilmiştir ki, farklı paradigmaya sahip biri ile iletişim kurana kadar onun mevcudiyetini dahi zor anlarsınız.” Donella Meadows
Eskilerin bir sözü var - “Alışmış, kudurmuştan beterdir.” Herhalde kastedilen kötü alışkanlıklar, çünkü iyi alışkanlıklardan şikâyet etmemek gerekiyor. “Alışkanlıklar sonradan öğrenilir, yaş ilerledikçe de yer edinir,” diye bilinir ama bir kısmı galiba genetik olarak nesilden nesle geçiyor.
“Kötü alışkanlıklar rahat bir yatağa benzer, içine girmesi kolay ama çıkması çok zordur.” Mark Twain.
Yönetirken paydaların kötü alışkanlıkların yanında bazı iyi alışkanlıklarının olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Yönetim ruhunu yakalayabilmek için bizim paydaşlarımızın genelde nasıl bir alışkanlıklar[i] buketine sahip olduğunu son kez gözden geçirmekte yarar görüyorum
Akıl almaz yerler... Sigarayı paket halinde çorap içinde saklamayı, tekken kulak arkasına koymayı pek severiz. Anılar... Şu muhabbete bayılırız, “Bizim askerde bir çavuş vardı…” Başkalarına itibar... Önce kendimizi tanıtır, sonra da diğer yarışmacı arkadaşlara “başarılar dileriz.” Hakkaniyetli... Bir de pek hakkaniyetliyiz - Japonları kastederek, ”Adamlar yapmış abi!” deriz.” Birliktelik... Lokanta, kafe gibi yerlerde masaları birleştirerek otururuz. Hayreti mucip... Büyüklerin “Biz sizin yaşınızda iken…” diye başlayan serzenişlerini gözlerimizi kocaman kocaman açar dinleriz. Çaktırmadan... Otobüs, uçak, hastane gibi cep telefonu kullanmanın yasak olduğu yerlerde bir sigara yakıp gizliden gizliye cep telefonu ile konuşuruz. Çayırda buldun seni... Hiç anlaşılmamıştır neden ama bizler otoban kenarlarındaki çayırlıklarda mangal başında oturup gelip geçen arabaları seyretmeye bayılırız. Değnek... Yürüyüş esnasında mümkün değil elimize tespih, değnek, sopa alırız. Göstermelik saygı... Büyüklerin yanında biz bacak bacak üstüne atmayız, sigara - içki içmeyiz. Büyükler bizim sigara içtiğimizi bilir ama bilmezliğe gelir. Çok mu sigaramız geldi, balkona ya da sokağa çıkarız. Helali hoş olsun... Yüzsüzce rüşvet istedikten sonra, işi abartıp, “Helal et ablacım!” deriz. İçinden mi? “Nerelisin?” sorusuna cevap aldıktan sonra, elinde olmayarak “İçinden mi?” sorusunu sorarız. İkram... Misafir gelince hemen “Dur, ben bir çay suyu koyayım,” deriz. “Senin paran burada geçmez,” deyip, karşıdakinin eline sarılırız. Kestirmeden... Yabancı dil öğrenirken önce küfürleri öğreniriz. Yabancılara Türkçe öğretirken de, bu mühim meseleyi asla es geçmeyiz. Hatta küfürlerimizi tercüme eder, sizin dilinizde var mı böyle yaratıcı şeyler diye böbürleniriz. Laf olsun torba... Ütü ütülemek, su sulamak, boya boyamak, uyku uyumak, yangının yanması, ölünün ölmesi, gibi insanı dumura uğratan deyimler kullanırız. “Geldiniz mi?” veya “Siz mi geldiniz?” gibi gereksiz sorular sorarız. “Kim o?” sorusuna ”Ben!” diye cevap veririz. Merak... Yolculuk esnasında yanımızdakilere “Yolculuk nereye hemşerim?” demeden edemeyiz. Saygıda kusursuzluk... Mektuplarımızda büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperiz ve kesinlikle “Kestane kebap, acele cevap” bekleriz. Sıraya sok... Paraları cüzdana veya cebe koyarken Atatürk resmi olan yüzün hep aynı tarafa gelmesine dikkat ederiz. Telefon adabı... Telefon açan kişiye “Alü” demeden “Orası neresi?” veya “Sen kimsin?” diye sorular sorarız. Torpil... Asla vazgeçmeyiz, “Hamili kart yakınımdır.” Üçleme... Kuru fasulye – pilav – cacık; At – avrat – silah; Devlet – mafya – polis; “Kavun – beyazpeynir – rakı; Hale - Jale – Bütün mahalle gibi üçlemeler yaratırız. Yakınlık tesisi... Başka dillerde olmayan, amca, hala, dayı, teyze, görümce, kayınço, enişte, elti, bacanak, kaynana, kayınpeder, baldız, yenge, amcaoğlu, halaoğlu, dayıoğlu gibi akrabalık terimleri icat ederiz.
Bunlara düğün, uğurlama, karşılama, düğün, sünnet, galibiyet kutlama konvoyları da eklenebilir. Araştırdıkça, Fayol, Weber, Deming gibi ustaların düşünce yapısının çarıklı aklı ehil paydaşlar karşında niçin foslamış olduklarını daha iyi anlıyorum.
Her kuruluş bu davranış modellerine uygun paydaşlarla dolu. Her ne kadar bazı kuruluşlar paydaşların bir kısmını kendi kültürlerine uygun hale getirmek için değişik yöntemlerle yontuyorsa da ortak hamur bu!
Bu paydaşlarca sergilenen davranış modelleri iş yaşamına nasıl yansıyor, göbeğine nasıl oturuyor? İlk fırsatta onu da ele almayı düşünüyorum.