Korona günleri
Tarihten kaçamazsınız. Kaderden kaçamayacağımız gibi.
Tarihi bugün canlı olarak yaşıyoruz ama yaşadıklarımız yarın yazılacak ve adı o zaman “tarih” olacak.
Bilim ve teknolojide ne kadar ileriye ulaşmış olsak ta, bakın gözümüzle bile göremediğimiz minicik bir “canlı” hayatı bize yaşanmaz kılabiliyor.
Bu aslında ne kadar “aciz” ve “çaresiz” olduğumuzun da bir göstergesi değil mi?
Tarihe baktığımızda geçmişte de benzer küresel salgınlar yaşandığını biliyoruz.
1879-1881 yılları arasında 2 yıl süren kolera salgınında,981.899 kişi öldü
1968-1969 arasında yaşana Hong Kong gribinde de yine 1 milyona yakın insan hayatını kaybetti.
1889-1890 yılları arasında özellikle Rusya’yı etkileten Rus gribinde de yine 1 milyona yakın insan can verdi.
1899-1923 yılları arasında, tam 34 yıl devam eden büyük kolera pandemisinde ise bir buçuk milyon insan kurban oldu.
1957-1958 yılları arasındaki Asya gribi ise 2 milyon insanı canından etti.
1894-1903 yılları arasında başta uzak doğu olmak üzere bir çok yeri etkisine alan “büyük veba salgını”nda tam 10 milyon insan hayatını kaybetti.
Hepimizin bildiği meşhur İspanyol Gribi’nde 1918-1920 arasında hayatını kaybeden insan sayısı 20 milyon idi.
Tarihe “kara veba” olarak geçen ve 1346-1350 yılları arasında yaşanan veba salgını Avrupa’yı kırdı geçirdi ve 25-50 milyon arasında insanı canından etti.
Orhan Pamuk’un yıllardır bitiremediği ve merakla beklediğim yeni kitabının adı “veba günleri” olacak. Bence Pamuk, kitabının adını “corona günleri” olarak değiştirse daha çok satar(!).
Yazının girişinde belirttiğim gibi, bugün yaşadığımız ve yarın yazılacak tarih bu günleri acaba nasıl yazacak?
Acaba şu satırları yazacak mı tarihçiler ileride?
“ 50 kuruşluk maskeyi 10 liraya çıkaran, ahlaksız maske üreticisi KOVİT19’dan öldü”.
“ Evinde aylarca yetecek pirinç olmasına rağmen, bencilce davranarak bütün raftaki pirinçleri boşaltan vatandaş, solunum yetmezliğinden acı çekerek öldü”.
“ Kamu düzenini sağlamaya çalışan ve umreden gelenleri toplumdan izole etmeye çalışan polisin yüzüne tüküren umreci vatandaşın tabutunu, yüzüne tükürdüğü polis memurunun kaldırmasına izin verilmedi.”
Elbette hiç kimsenin ölmesini istemeyiz.
Lakin bu durum, yazılarımda çok sık vurgulamaya çalıştığım, “ahlaki çöküşümüzün” ete-kemiğe bürünmüş hali.
Ben bir eczacıyım. Bir çok sağlık mensubu meslektaşım ile birlikte, büyük risk alarak halk sağlığı için hizmet vermeye çalışıyoruz.
Ancak, zaman zaman karşıya kaldığımız durumlar bizi çileden çıkartıyor.
Yine yazılarımda sık sık vurgulamaya çalıştığım, 1 metrelik sosyal mesafe kuralı umuyorum, bu minik virüs sayesinde kalıcı olur.
Ve yine umuyorum, bu günleri en az zararla atlatırız.