Şairler nerede?
“Bir ulusun türkülerini yapanlar, kanunlarını yapanlardan daha güçlüdürler” derler.
Slogan haline gelmiş ve biraz ideolojik olarak algılansa da, yazının tamamını okuduğunuzda bunun hiç de böyle olmadığını göreceksiniz.
Şiirin ve sözün gücü, her devirde etkili olmuştur. İnsan var olalı beri, söz söyleme sanatını bilenler, toplumları istedikleri gibi yönlendirebilmişlerdir.
Cahiliyeden beri Arap şiiri, bir çok mücadele alanında Arap toplumunun en güçlü silahı olmuştur.
Öylesine ki, savaş başlamadan önce, şairler yüksekçe bir tepenin üzerine çıkar ve karşılıklı şiir ile atışırlardı. Önce şairler savaşırdı yani.
Şairler de, toplumda sevgi, saygı ve itibar görürlerdi.
Hatta Kur’an- Kerim’de, “Şuara ( şairler)” isminde bir sure bile olduğunu biliyor muydunuz?
Şairler toplumu yönlendirmede büyük bir güç sahibiydiler.
Alevi-Bektaşi kültürünün büyük ozanları, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş ve diğerleri olmasaydı, Alevi-Bektaşi kültürü o dönemde ve sonrasında kendisini bu kadar etkili ifade edebilir miydi?
Osmanlı’da da şairler söz sahibidirler. Bu söz ustaları, yazdıkları şiirlerle, kasidelerle toplumu harekete geçirmiş ve hatta padişahlar üzerinde bile etkili olmuşlardır.
İstiklal savaşımızı anlatırken, Mehmet Akif’siz bir tarih mümkün mü?
“Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evladını yakma!” diyerek kitleleri vatan mücadelesine çağıran Akif, milli mücadeleye dizeleriyle ne muazzam bir katkı sunmuştur değil mi?
1919’da, Anadolu’nun en çaresiz olduğu dönemde, Sultanahmet mitinginde, yüz binleri coşturan Halide Edip olmasaydı, İstanbul’da direniş başlar mıydı? O konuşma, baştan sonra bir edebiyat abidesi’dir.
Şu cümleler 1919 İstanbul’unda, aydın bir Türk kadını tarafından haykırıldı:
“Bugün de dünkü kadar kahraman ve talihsiz Türk milletinin anasıyım. Millet namına, ecdadımızın bizi seyreden ruhlarına yemin ediyorum. Bugün, kolları kesilmiş olan Türk'ün kalbi, eski cesaret ve şecaatini kaybetmemiştir. Yemin ediyorum ki, Osmanlı sancağına, tarihine hıyanet etmeyeceğim. Allah'a, hakka, milletlerin ilahi hakkına dayanan Türk milleti, bütün Müslüman ve Türk dünyasına ilan ediyorum. Davamızı ilan ediyorum.”
Bu konuşma Kurtuluş Savaşı’mızın dönüm noktalarından birisi olmuştur.
Kuva-yi Milliye destanında , “Ateşi ve ihaneti gördük, ve yanan gözlerimizle durduk, bu dünyanın üzerinde” diyen Nazım Hikmet , bugün bile hala dizeleriyle etkili değil mi?
Nazım’dan pek hazzetmeyen milliyetçi bir partinin milletvekili ve benim de çok saygı duyduğum bir bilim adamı olan Kamil Aydın TBMM’de yaptığı konuşmasında, Ayasofya’nın ibadete açılması eleştirilerini, Nazım’ın “Sekiz Yüz Elli Yedi” isimli şiiriyle savundu.
Şiirin cilvesini, şairin ve şiirin gücünü görüyor musunuz?
Nazım, kendi dizeleriyle “vatan hainliğine devam ediyor” yani!
Ya Necip Fazıl! Bugün bile, hala bir çok siyasetçi, bir çok konuşmasında, onun şiirlerinden birkaç dizeyi mutlaka okuyorsa, şairin ve şiirin gücü bugün bile etkili değil mi?
Bazen okuyacakları birkaç dize ile, tarihin akışını değiştirme gücüne sahip olanlar ancak onlardır çünkü. Siyasetçiler bunu yapamazlar. Topun tüfeğin üzerine korkusuzca atılıyorsa insanlar, bu sözün gücündendir, topun tüfeğin değil!
Şairlerin üzerlerinde büyük bir vebal vardır.
Çok gönül koyduğum birkaç şair var günümüzde.
İsmet Özel mesela. Nereye savrulduğunu, neler yaptığını bilen var mı büyük üstadın?
Ama bir tanesi var ki, bu toprakların yetiştirdiği , yaşayan en büyük şairlerdendir. Ve söyleyeceği birkaç dizeyle, belki de ülkemizin üzerine çökmüş umutsuzluk bulutlarını kolaylıkla dağıtabilecektir. Topluma umut, sevgi ve muhabbet aşılayacaktır. Ama bunu ısrarla yapmıyor, yapmıyor, yapmıyor!
“Kalabalıklara girmem” saikiyle işin kolayına kaçıyor. Kibir demeye dilim varmıyor, haddim değil çünkü.
Yapma büyük usta! 90’a merdiven dayamış yaşınla bu ülkeye borcun var!
Ahir ömründe, coştur bizi, coştur kitleleri, coştur coğrafyamızı!
Coştur ki, dağılsın kara bulutlar! Coştur ki, umut ekilsin Anadolu toprağına, sevgi ekilsin, huzur ekilsin, mutluluk ekilsin!
Bunu ancak sen yapabilirsin.
Çünkü sen Sezai Karakoç’sun!