14 MART TIP BAYRAMI’NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Deprem, yolsuzluk, yoksunlukla savaştığımız bugünlerde hekim olabilmeyi başaran insanların o muhteşem duygularını, fedakarlıklarını, iyileşen hastalarında duydukları sonsuz mutluluğu, efsane bir hekim olan Op. Dr. Rauf Yılmazer ve Kamuran Yılmazer'in kızı olarak, iliklerimde hissediyorum.
Annem ve babam, gerçekten müthiş bir idealistlik örneğiyle, vakit buldukça köylere gidip, sağlık taraması yapar, koruyucu hekimliğe çok önem verirlerdi.
Babamın ve annemin arşivini düzenlerken bulduğum ve size aşağıda sunduğum bir mektup beni çok duygulandırdı. O mektubu sizinle şu amaçla paylaşmak istedim:
İnegöl’de yıllar önce ameliyat olup sağlığına kavuşan bir hastası, 21 yıl sonra bir yakınını Gaziantep’e gönderiyor. Başka doktorların çare bulamadığını, kendisinin görmesini bu yüzden istediğini anlatıyor mektupta. Ama asıl ilgimi çeken son derece yerel ve samimi bir ifadeyle “Toktorum” yazan hastasının “karaciğer kisthitatiği” şeklinde hastalığını yazabilmesi… Babam hastalarına inanılmaz değer verir, onlarla da saatlerce bıkmadan, usanmadan konuşur, onlara çok detaylı bilgi verirdi. Bu zor kelimeyi de bıkmadan usanmadan öğrettiğinden hiç kuşkum yok… Bugün bile kaç hasta, bırakın yapılan tedavinin detayını, ameliyatının adını doğru dürüst bilir mi?.. Babam ayrıca bu mektubu da, diğer tüm hastalarının iletişimine verdiği özenle, kütüphanesinde saklamış.
Ameliyatlı hastalarını, sabaha karşı bir kez daha muayene edebilmek için hastane lojmanındaki dairesinden, hastaneye direkt geçiş yaptırmıştı ve gece de mutlaka kontrol ederdi…
Uzun yıllar öncesinden hiç tanımadığı hastasının elini nasıl şefkatle tuttuğunu göreceğiniz, hastası sağlığına kavuştuğu için duyduğu mutluluğu gözlerinde okuyacağınız bir fotoğrafı da yazıma ekliyorum.
Kardeşim Nihat Yılmazer, 1980 öncesi toplumcu siyasetin en temel motivasyonlarını çok güzel özetler: Bu motivasyon; sosyal adaletsizliklerin giderilmesi; toplum katmanları arasında fırsat eşitliğinin sağlanması, ekonomik kalkınmanın desteklenmesi; toplumun kültürel gelişimine katkı sağlanması gibi toplumsal yaşamın geliştirilmesine yönelik isteklerdi. O yıllarda, babam gibi birçok hekimin toplumun gelişimine katkıda bulunma isteği ve sorumluluğu kaçınılmaz olarak siyasete girmelerini zorunlu kılmıştı. Zaten babamın anlayışına göre siyasi faaliyette bulunmak toplumsal bir görev ve sorumluluktu.
Günümüzde, meclis koltuklarını dolduran müteahhitlerin yerinde, Türkiye’nin yıldızının pırıl pırıl parladığı o yıllarda hekimler, avukatlar, iyi yetişmiş, kendini geliştirmeye ara vermeyen “diplomalı ve diplomasını hak etmiş” aydın insanlar oturur ve gerçekten ülkemizin eksiklerini gidermek, “Muhasır medeniyet seviyesi” ne çıkarmak için emek verirlerdi.
O günden bugüne ülkeyi terk eden, terk edemezse dayak yiyen, şiddet gören, haklarını alamayan, mutsuz bir hekim topluluğu kaldı. Kırık dökük, ekipmansız, malzemesiz hastanelerde, liyakatten uzak yöneticilerin idaresinde halka sağlık dağıtmaya çalışan çaresiz insanlar… Eğitimini tam anlamıyla alamayanlar da cabası…
Bir ülke ömründe hiç lafı edilmeyecek 20 sene gibi kısa bir sürede, ülkenin bir uçtan diğer uca savrulduğu bu tablo beni çok üzüyor.
Toplumsal sorumluluğu yüreklerinin ta içinde hisseden tüm insanların da benimle aynı acıyı paylaştığına hiç kuşkum yok.
Bir sonraki 14 Mart Tıp Bayramı kutlamamızın, aydınlık yönetimlerle, umutla, bilgiyle donatılmış bir Türkiye’de olması dileği ve özlemi ile tüm sağlık camiasının “Tıp Bayramı”nı kutluyorum.
Annem ve Babam
Babam ve hastası
Hastasından yazı