Öz’e Varış Sevmektir!
“Gönlümde baş köşeye oturttuğum bir dilek pek çok yıl bana eşlik etti, doğrusu “eşlik etti” değil, kök saldı, yerleşti içime, benden beslendi, bende güç alıp palazlandı... Benim sevgili dileğim güzeldi dıştan bakınca, gözü öyle yükseklerde değildi, kaçıp sığınılacak bir yer ele geçirmekten oluşuyordu sadece…” Hermann Hesse’nin bu duygu ve belirlemeleri ne de çok bize hitap ediyor değil mi? Hiçbirimizi teğet geçmiyor. En güç cephelerde, umudun cılızlaştığı küçücük vakitlerde bile iyi, doğru, heyecanlı ve neşeli dileklerimizle umutlanırız aslında. Kendine şiirler yazıp okumayı, sanatla düşünmeyi, doğayla köklenmeyi, özgür olmayı, barışa tutkuyu, sevdaya kapılmayı bir an bile gözden çıkaramayız. Bunlar tam da hayatın kendisidir!
“Bırak ey dünya, bırak beni kendi halime,” diye seslenişimiz güvenli, sessiz, içten ve felaketlerin olmadığı bir an’a kavuşma istencidir. Ya da çok yükseklerde değil de olduğumuz yerde boy gösteren, kimsenin bizi zorlamadığı ve alçakgönüllü isteklerimize yer açma heyecanıdır. Pek çok yıl, pek çok zaman gizlesek de bastırsak da içimizde olan düşleri yeri ve zamanı geldiğinde onlar seller sular gibi bedenimize doluşurlar.
Deneyim ve birikimleri çokça edindiğimizde damarlarımızda canlanıp dolanan naif yaşamı fark ederiz. Ve gözlerimizi o andan itibaren yüce olan tek şeyden, “hayatın kendisinden” ayıramayız. Ve onun ardındaki derin, samimi ve ince ruhlu büyüyü keşfederken dünya bize körpecik(yaşanmamış) gelir. “Modern Dünya” yitirilen sevinçler, sindirilen duygular, tekçi düşünceleri büyütse de doğamızdan kopup gelen hür ve narin sese kulak vermeliyiz.
Bilinçli tercihimiz olmazsa da, hayatın elimizden uçup gittiğinin (alındığının) farkındayız çoğunlukla. Her nedense “hayatsal ahenge” kendimizi salmak ve düşlerimize göz kırpan aydınlık atmosferle uzlaşmak yerine, “elimizden kaçan(olmayan) zamanla” boğuşmayı ve gidene veryansın edip atıl olmayı yeğliyoruz.
İçimize biriken ve yaşamamış sisleri, yağışları, gizleri, his ve özlemleri öylesine törpülemişiz ki, koca bir yük binmiş benliğimize. Ayartıcı sabahların ışıltısı, cazibe dolu mehtaplar ve insana sık sık bakıp duran hayat bencil ve kötümser değil ki! İşin özü şu olabilir; bize dışardan yüklenenlerle içimizde var olanın denk düşmemesi, uyumsuzluğu bizi ciddi oranda hırpalıyor.
Kusursuzluk ve evreni düzeltmek üzerine kurgulanmış anlayış binlerce yıldır varoluşumuzu incitiyor. Bu anlayıştaki ısrar ve inat sevincin, inancın ve özgürlüğün gözlerinin oyulması değil midir? "Yeni dünya" nefessiz ve heyecansız bırakıyor, böylece duyumsama ve ilgilerimiz esaret altına alınıyor ve esir düştükçe ölümcül kamplarımızı çoğaltıyoruz. Herkesi kendi zindanımıza layık görüyoruz. Ve de bu tükenişe korumalık yapıyoruz.
Kendimiz olmaya dair birikim ve dayanıklılığımıza saldıran bir sistemin içindeyiz: Tüketiciliği, kişisel kurtuluşu ve ihtirasları pompalayan bu tufan vari çark gidişatımızı ve fikirsel yönümüzü belirliyor; duyarlılık ve tepkimizi törpülüyor. Kanatlarımızı sıkıca bağlayan, düşüncelerimize ters kelepçe takan ve dogmatik büyüsüyle hakikati öcüleştiren çürütme planı bu!
Bu sistemin boş, abartılı ve yanlış umutlar üzerine dizayn ettiği dünyada insan dengesini yitirdi. “Geçmişe tapınmayı” öğütleyip, ırkı ve inancı kutsallaştırarak çoraklaştırdı evreni. Ruhlar ışıksız bırakılarak ve anlamından sessizce kopartılarak hayal kırıklıkları ve çaresizlik normalleştiriliyor. Böylece uydurulan çaresizlik algısı zayıflatıyor, bir başkasının denetimi ve kontrolünde olmaya bizi ikna ediyor.
İşte tüm bunlara yanıt yine Hermann Hesse’den gelir: “Acıyla başa çıkabilen güçler vardır. Sende o güçlerini ara bul, kalk büyüt onları, onlarla alıştırmalar yap… Hep böyle acı çekmek, hep böyle acıları sineye çekmek istiyorsan aptalın tekisin o zaman, pısırığın tekisin!” Peşimizi bırakmıyorsa tüm bu korkular onu görmezden geldiğimiz içindir; ona derinlerde yer açtığımız içindir. Yenilmez hiçbir korku ve kötülük yoktur!
Dünyanın durağanlığına veya dinamizmine, göğün çılgınlıklarına ya da yanı başımızda cereyan eden yüce dokunuşlara kulak vermeksizin güneşli ülkelere varılır mı bilinmez? Ama dünya hiçbir zaman kötülük, yanlışlık, sömürü, ölüseverlik ve yıkıcılığa razı gelmedi, dünya tüm bunlardan bihaber coşkuyla ve güzel güzel dönüyor.
Hesse’nin dediği gibi: “Tek güç, tek kurtuluş, tek mutluluk vardır, o da sevmektir… Ona karşı durma, ondan kaçma!” Üretkenlik budur, dönüşüm böylece başlar, öze varış sevmektir…
Doğayı seven Güneş’in tökezlediğini gördünüz mü hiç?
Yararlanılan kaynaklar:
Öldürmeyeceksin (Hermann Hesse)
Mirdad’ın Kitabı( Mikhail Naimy)