Barış Hayattır, Varlıktır, Evrendir, Yüce düştür!

YAYINLAMA: 17 Ocak 2024 / 03.00 | GÜNCELLEME: 16 Ocak 2024 / 15.26

Biz biliyoruz ki, “türler kusursuzluk içinde gelişmez.” İnsan kendini üstün varlık görüyor olsa da evrensel bütüne aittir. Bu bütüne saygı ile yaklaşılabildiği gibi bütünden kopuş da yaşanabilir. Türlerden biri olan insan fizyolojik, biyolojik, psikolojik ve zihinsel olarak bu devinime denk düşecek biçimde kendini yenileme ve yanılgılardan dersler çıkarma eğilimine sahiptir.

Durmadan büyük uyarıcılar ve etkilere maruz kalırken çokça da yalpalarız. Bu durumda birçok güzellik ve iyilik yitimi söz konusu olabilmekte. Yaratıcı güce, birikime, bilgiye ve bilgeliğe ulaşmanın bedelleri elbette vardır. İyilik zaten kötülüğün diyalektiğine dayanmıyor muydu? Aslında insan kendini bu kritik ve önemli süreçlerde yansıtır. Sıradan ve olağan hayatın akışında insanda sıradandır.

Adını koyamadığı birçok şeyin farkındadır insan. İnsanın düşünce ve duyguları devamlı direniş halindedir. Tabi ki insandaki bu duygu ve düşünce seli hep yüksekten, gerçekten ve hakikaten yana doğru ivme kazanmıyor. Düşünen, algılayan ve sorgulayan insan egemen olan sisteme hep sorun olmuştur. Bunun için “denetleyici krallıklar” icat edilir, zihne üniformalı postallar geçirilir ve tek sıra, uygun adım yürüyen yığınlarla aydınlık iyice kuşatılır. Böylece biat ve bağlılık öğretisi kutsala bürünür. Tarih bunun kanıt ve deneyimleriyle doludur.

Nietzsche, “yaşam bizi değerler oluşturmaya zorlar, biz değerler oluştururken yaşam da bizimle kendini değerlendirir,” der. Bilge burada bizi uyarma derdindedir; çünkü o bilir ki “iyi yaşam için gerekenler” her zaman açığa çıkmaz; insan kendisine öğretilen ve kendisinden beklenen yanıtı vermeye meyillidir. Ondandır ki zihnimiz zapt edilmeye, imha olmaya ve işgale uğramaya müsaittir. Bu kırılganlıklara uğrayan birey için en büyük tehlike ise nedenlerle sonuçları karıştırma; dolayısıyla yaşamın ortaya koyduğu bilinç ve bütüncül realitenin reddedilmesidir.

Böylece ayrışmaya, şiddete, ön yargılara, horlanmaya ve hatta en önemlisi bilmemeye giden yollar hızla örülürken; zihnimizin özgürleşme ve fark etme, kalbimizin ise iyileşmek, hissetmek çabası ve duyarlılığı baskılanmıştır. Ruhun bu üretici ve barışçıl armağanları hırpalandığında, bu altınımsı parçacıklar elimizden alındığında zihinde, duyguda, ufukta ve gelişimde biraradalık imkânsız hale geliyor.

Bira arada olmak, diğerini kendinle ve kendini ötekiyle dönüştürmek, bilinenle bilinmeyene ulaşmak hareket noktası olmalı. Çünkü her birimiz aynı hikâyenin paragraflarıyız. Oysa çağımızda, “göz ardı etmek kötü muameleden daha yaygınlaştı…” Başkalarının insani talebi dışlanıyor, barış istemi yargılanıyor, savaş karşıtlığına güvenlikçi (meşru) gerekçeler uyduruluyor. Uzlaşamıyoruz, ortaklaşmıyoruz, anlaşamıyoruz: “Savaşta da barışta da anlaşamıyoruz,” diyen arkadaşım hala haklı çıkıyor.

İnsanlık, “öldürmeyeceksin” dedi ama, binlerce yıllık “yaşatıcı” bu anlayışa olan samimiyetimizi sorgulamalıyız?  İkinci dünya savaşında altmış beş milyon insan ve o savaştan günümüze daha fazla insan çatışma ve savaşlarda hayatından oldu. Dünyada bütün halklar ve bütün çocuklar acı çekiyor, yas tutuyor. Yas tutanlar yasın nedenlerine karşı çıkamıyor. Tasarlanmış duygu ve bilgileri aşamıyoruz.

Herman Hesse: “Ne var ki, bizler savaşın beraberinde getirdiği kimi gereksinimleri, kimi bilgileri, kimi çabaları adeta ilerleme olarak algılıyoruz.”  Onun için savaşın yıkıcılığına rağmen savaşlar önlenemiyor. İşte yazara göre, insan bir davranışın saçmalığına zamanla inanıyor ve öyleyken söz konusu davranışa başvurmaktan geri kalmıyor. Peki gerçek barışa nasıl varılacak? Yazara göre: “İnsanlık tarihinin tüm ilerlemeleri gibi barışa bilgi yoluyla ulaşılabilir. Bu bilgi akademik değil yaşam yolunda ve yaşatmaktan yana kazanılmış bir bilgi olabilir. İçimizdeki canlı duyguların kendisidir bu. Karşıtlar, farklılar arasındaki zıtlığı ortadan kaldıran, kötüyü iyiye dönüştüren erdem ve düşün kendisidir bu.”

Durmaksızın savaş karşıtlığı ve barış söylemine rağmen barışı tanımlamakta zorlanıyoruz. Birbirine muhtaç insanların bile gerçek barış içinde yaşamlarını idame etmelerine çok az rastlanıyor olması barış idealini ve anlamını üstün kılmaktadır. İnsanın, doğanın, yaşamın ve doğal değerlerin yok edilmesinin üstesinden gelmek barışla mümkündür.

Nasıl tüketmeli, nasıl üretmeli ve nasıl yaşamalıya birlikte karar vermeliyiz. Başka bir uygarlık, başka bir dünya mümkün! Bilimsel, objektif ve özgün düşünme alanları genişletilerek; toplumsal duyarlılık canlandırılarak; kültür, sanat ve edebiyatın direnişi ile barış sesi yükseltilir.

Barış, hayattır, varlıktır, dünyadır, evrendir, yüce düştür. Barış için, kalbimizi ve vicdanımızı kapatan örtüleri yırtalım, duygu ve düşüncelerimizin hapsedildiği kalıpları kıralım…

“İnkâr edilemez bir şey varsa bu, toplum acı çektiğinde bizim de acı çektiğimizdir” diyen Bell Hooks ne de çok haklı…

 

Yararlanılan Kaynaklar ve Alıntılamalar:

Değişim İsteği (Bell Hooks)

Putların Alacakaranlığında (Nietzsche)

Öldürmeyeceksin (Hermann Hesse)

Başka Bir Uygarlık için Manifesto (Fikret Başkaya)

Barış Hayattır, Varlıktır, Evrendir, Yüce düştür!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *