Tufan’da Sensin Geminin Kaptanı da!
İçimizdeki çağrılara güç yettiremeyiz. (Aldatmayalım kendimizi!) Hayatımıza kurulan örtülere çarpar ve çırpınır kızıl duygular. Katı mantık, köktenci kaide ve ataerkil kurallar bazen üstün görünse de onlarla dişe diş cebelleşiriz. Herkes yaşama dair dokunulmamış yerlerini duyumsar, coşkun ve sevinçli anlara ulaşmayı ümit eder. İşler bazen planladığımız gibi ya da ummadığımız gibi gerçekleşse de beklentilerimiz uzuyor, kendiliğinden tazeleniyor.
21.Yüzyılda “çoğunluk” aramaktan yılmıyor; barış arıyor adaleti kovalıyor, çağın gereğine uygun değerleri seslendiriyor. Yaşama dair umutlanmak için dur durak bilmeyen gerekçelerimizi sıralıyoruz, kötülüğün nereden geldiğini ve nedenlerini araştırıyoruz. Diğer bir taraftan yarı uykulu, yarı uyanık hallerden bir türlü çıkılmayan aşamadayız sanki. Her şeyi yarım yamalak işitiyoruz, bir konu ile ilgili bilgiye tam ulaşmadan başka bir gündeme atlayıp yığılıyoruz. Bireysel amacımızla toplumsal gerçeklik arasındaki köprüyü kurmakta henüz yeterince cesur değiliz.
İnsanın yaşam biçimi, duygu, düşünce ve duyarlılıkları elbette kendiliğinden veya hiçbir şeyle karşılaşmadan oluşmadı. Shakespeare göre de: "İnsanın gerçek yaşam biçimi çok sert ve zorlu koşullarda kendini belli eder!" Elbette ki üslup, algı, kapasite ve tarzlarımız çetin koşullar süreci yaşanmadan da farklı alt yapılardan etki almıştır.
Depresif reflekslerimizi, hayallerimizi, merak önceliğimizi, duruş ve olaylar karşısında aldığımız pozisyonu toplumun, ailenin, okulun etkisinden bağımsız tanımlamak “doğru gelişim bağlantısını” inkâr etmektir. Komşuların, aynı sokaktakilerin veya üste duranların gereksinimlerine göre dünyayı algılıyoruz, onların gözüyle bakıp ve onların kulağıyla işitiriz. Bir yerlerde sıkıştığımızda veya kritik bir dönemece maruz kaldığımızda "Genelin tutumunu gözlemleriz; onların duyduğu kadar duyup, onların hissettiği ölçüde hisseder, onlara konsolide oluruz.
Böylelikle fikirsel bağları, önsezi ve tepkileri “uydulaşan bireyler” büyük ilişkiler örgüsünü asla keşfedemiyor. Kendini eritiyor, yenilgileri normalleştiriyor, kendi doğal işlevini gizliyor. Böylece, “ortalığı saran günah, başka bir dünyadan vazgeçmek ve var olanın sonsuz değerlerinden kaçmaktır,” diyen Alber Camus haklı çıkıyor.
İnsan kendine(kusurlarına) meşru gerekçeler uydurma ustası oldu; diğerine üstünlük kurma aşkıyla yanıp tutuşuyor. Yaşamdaşımızın yetenek, özveri ve katkılarını dile getirme cimrisiyiz, doğruyu söylemiyoruz, kabullenmiyoruz. Alfred Adler'in söylemiyle, "nevrozlu kimseler gerçeği dile getirme cesaretine asla sahip olmaz, korkaktırlar..." İşte bu ruhsal döngüyle, gerçekten kaçışla ve hakikate yabancılaşmakla bir çeşit suç işlenmiyor mu?
Şöyle bir baktığımızda belirsizlik", şüphecilik ve çözümsüzlük(kaos) ne de çok insanlığın belini büküyor değil mi? Baudrillard'ın deyimiyle, "değerler birbirine dolanıp kendi üzerlerine katlanıyor." Evet devasa bir yanıltma, simülasyon veya deformasyon salgını ile karşı karşıyayız.
Duyguda, düşüncede, yenide, sevgide, aşkta, özgürlük ve bilgide ticari(çıkar) yasaların hâkimiyeti almış başını gitmiş. Her şey kendini, özünü yitirdikçe dünya bir çılgına dönüşüyor. Evrende kin beliriyor, öfke çoğalıyor, sömürü alıp başını gidiyor, tüketimin genel yasaları her şeyin önüne geçiyor. Özünden, değerinden, kökeninden ve amacından koparılan her varlık “kendine yeni cinayetler” icat ediyor.
Biliyoruz, “sopa kimin elindeyse kanunu o belirliyor, efendi odur, o kendine itaat bekliyor." Ama kendini, mevcudu, statükoyu veya dönemi aşmayan var olamaz; ikincil bir yaşam hakkı elde edemez.
Harari: “Siz çocukların yemesi içmesi, kılık kıyafeti ile meşgulken insanlığın geleceği karara bağlanırsa ortaya çıkan sonuçlardan ne siz muaf tutulursunuz ne de çocuklarınız. Bu hiç de adil değil ama kim demiş tarih adil diye?”
İşimiz buzullara çıplak ayakla çıkmaktır. Yerli yersiz, gerekli gereksiz ve doğru yanlış bilgi(sizlik) taarruzu altındayız. Dolayısıyla bu netleşmemizi zorlaştırıyor. Ama Jean Baudrillard’ı tekrar duyalım: “Bir sistemin içinde işleyiş bozukluğu ve bilinen işleyiş yasalarına uymama olduğu sürece, sorunu aşarak çözme imkânı hep vardır!”
Yapacak güzel şeyler var, doğru ve iyi şeyler için zihnimiz özgür(hakikatle) kalmalı, yüreğimiz sevgiden ve vicdanımız yaşatmaktan sapmamalı...
Kaynaklar ve Alıntılamalar:
Kötülüğün Şefaflığı (Jean Baudrillard)
21. Yüzyıl için 21 Ders (Yuval Noah Harari)
Yaşama Sanatı (Alfred Adler)