Her Hayatın Yaşanma ve Dönüşme Yükümlülüğü Var!
Kafamızdan koparıp atamadığımız karanlık, “kronikleşmiş muğlaklığın” kendisidir. Bu karanlıkta gizlenip “ardımız sıra” bekleyen figüran bir zihin var sanki. Hepimizi aşağı çeken, kökeninden kopartan gölge bir güç bu. Varlığı ya da yokluğu bilinmez ama kendi kurallarıyla mükemmelce tahrip ediyor. Bütün dünyanın gözü önünde bize musallat olan bu yama sendrom, şuursal dinamizmi kemiriyor. Herkesi aynılaştırıp, "sessizlik alkışlarıyla" kendi körlük oyununu sürdürüyor. Böylece açık bilinç “tasarlanmış kılığa” uyarlanıyor. Kararan ve sararan bu bilinç genelleştikçe insan duyularını yitiriyor, duymaz ve görmez oluyor.
Echart’ın söylemiyle, “insanlar ne yapmaları gerektiğini değil, daha çok ne olduklarını düşünmeliler.” Oysa insanın beşiğe düğümlenişi ile kulaklarına ne yapması gerektiği kesintisiz fısıldanır. Böylelikle öz farkındalık çiğnenir ve bizi görkemli yaşamın bir parçası yapan benliğin derin hücreleri yalan üstüne yalanla çürütülür.
Yalom'un; " önceden belirlenmiş bir alın yazımız yok ve hepimiz hayatı nasıl olabildiğince dolu, mutlu ve anlamlı bir şekilde yaşayabileceğimize dair karar almalıyız," görüşü büyük deneyimlerin armağanıdır. “Dosdoğru güneşe gözlerimizi kırpmadan bakabilmeli" ama bunun için bizi biz edecek" akılcıl ve özgür zihnimizi bu basmakalıp ezberlerden bağımsızca yeşertmemiz gerekmiyor mu?
Aslı astarı olmayan uyarlanmış duyguyla, fermente düşünce ve algılarla, egemen bilimin ve otoritenin felsefi aktarımıyla sorgusuzca bütünleşiyoruz. Neyi, kimi, konuşmamız gerekiyorsa onu söyletiyorlar. Göz ucuyla benimsetiyorlar hakikati; ve her çelişmeye, “sunulan şıklarda” yanıt arıyoruz. İşte daha biz kendimize varmadan taze baharlar bir bakışta uçup kayıyor. Böylece “yeryüzü elimizde gittikçe azalıyor, küçülüyor.”
Üstümüze bindirilmiş kurallar bizim kurallar değil; bu kurallar dışındaki her değeri gizliyorlar. Öz hayatın köşe başları tamamen tutulmuş ve ruhun çırpınışları havasız alanlara sıkıştırılmış. İnsan tarafından icat edilen yeminler, ahlakçılık, uydurulan ilahi konfor ve devşirme mitoloji endişe, öfke ve yanılsama bataklığından başka bir şey inşa etmiyor. Peki her insanın, sanatçının, aydının, yazarın ve çizerin görevi özgürleşemeye giden yolculuğu yeniden canlandırmak değil mi?
Kendi varoluşuna problem çıkaran ve varoluşuna tepkisel yaklaşımı olan, kendi anlamını tecrit eden tek varlığın biz insanlar olduğunu öğrendik. Yalom ise, "akılcılığı kucaklamayı, doğaüstü efsanelerden uzak durmayı, genel olarak hayatın ve özel olarak insanın hayatının rastgele olaylardan meydana geldiğini, varlığımızı sürdürmeyi çok istesek de fani yaratıklar olduğumuzu, önceden belirlenmiş bir yapı ve kader olmaksızın varoluşa tek başımıza fırlatıldığımızı, her birimizin nasıl olabildiğince dolu, mutlu, özgür ve anlamlı bir hayat yaşayabileceğimize karar vermemiz gerektiği" görüşündedir.
Biz zaten dünyaya geldiğimizde özgür değil miydik; eşit davranmayı tercih ederdik, adaleti gönlümüzde şahlandırırdık ve güdümlü değildik; kuramlar ve fikirler biz doğduktan sonra oluştu. “Doğayla, dünyayla, yaşamla ve kendimizle ilişki kurmak tüm fikir ve kuramların çok evvelinden iyileştiriyor.” En iyi bilgi, insanın ruhuyla değil mi; en iyi bilgi, öz varlığa kurulan pusuyu aşıp ulaşılan erdem değil midir? Çocukça samimiyet, duygudaşlık ve özgür düşler beslendiğinde rollerimiz küçülecek, insanlığımız yücelecektir.
Hayatı kendimiz ve “diğerleri” adına iyileştirmekle sorumluyuz; bundandır ki ilgi, duyarlılık ve tepkiden tasarruf edemeyiz. Yalom'un dediği gibi: "Hayatımızda yanlış ve eksik giden şeylerden sorumluysak o halde onu yalnızca biz değiştirebiliriz."
Duygularımıza, ufkumuza ve hayallerimize birileri hikâyesini yerleştirmeden varlığımızı kurabiliriz. Korkuluklar olmadan, tek tip görüşümüzü kırıp yüzükoyun hayatın çiyi ile ıslanabiliriz.
Her hayatın yaşanma aynı zamanda dönüşme yükümlülüğü var... Daha nitelikli dünya için her hayatın barış, sevgi, dostluk, çeşitlilik, üretkenlik ve toplumsal duyarlılığa dönüşmeye mecburiyeti var...
“Elbette mükemmeliyetçiliğin, olanakların canına okumak için kullanılan bir sopa olduğunu” biliyoruz! Bu yeryüzü belki bir cennet olamayacak ama “yeryüzünü aldığımızdan daha iyi teslim edeceğiz,” diye sözümüz var!
Kaynaklar ve Alıntılar:
Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek (Irvin D. Yalom)
Sahip Olmak Ya da Olmak (Erich Fromm)
Karanlıktaki Umut ( Rebecca Solnit)
Şairin Romanı (Murathan Mungan)