Her Gün Defalarca Neden Göklere Bakarız?

YAYINLAMA: 15 Mayıs 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 14 Mayıs 2024 / 17.34

Sosyolojik, psikolojik, doğal veya tarihsel dönüşümler kendiliğinden, nedensiz ve altyapısı olmadan gerçekleşmiyor. Değişimler öncesi esas olan büyük etkiler ve çarpıntılar ilk bakışta gözlenmez ya da bunlar kayda değer olarak görülmez. Ortak yaşam öykülerimizin inşasında görünürlüğün ötesinde gerçek ve etkili olan “derinlikli sebeplerin sonuçları ortaya çıkardığı” üzerinde çok konuşulmaz. İnsan genelde “gövde halini almış sonuçlar” ve onlarda yankılanan şiddetle ilgilenir. Gözle görülür bitiş ve başlangıçlarda gözle görülmeyen etkiler sabittir.

"Gündelik eylemlerimizin çoğu farkında olmadığımız gizli güçlerin bir sonucudur," diyor Gustave Le Bon. Karşı konulmaz telkin, iç güdüler ve bilinç dışı kontrol mekanizması duygularımızı, amaçlarımızı ve fikirlerimizi belli istikametlere yönlendirerek hayatla olan pratik ve eylemlerimizi belirliyor.

Dünyanın iyi insanlarını gürül gürül kahramanlıklar, bazen soğukkanlılık, bazen tezcanlılık ve bazen entelektüel ilgi ve barışçıl duyarlıklar alev alır. Böyle olmaya iten duygular, bilinç ve kozmik değerler (kendiliğinden) kötülüğe direnç göstermeye ve boğuşmaya hazır hale getirir. Aklı başında bu refleksler hayat cellatlarına ve öze ipotek koyanlara karşı set olmasaydı; dünya yağmacı, cinayetçi, sabit ve tüketici yığınların tezgâhında boğulurdu.

Diğer taraftan da keşmekeş ve kötülük yığınları her hücremizi tehdit ediyor. En mikro alandan başlayarak duraksama bilmeyen baskı, otorite, antipati, hoşgörüsüzlük “başkaca öğretilerin” ateşi değil mi? Birlikte sesli düşünelim: Sokakta, evde, iş yerinde kadınların ve çocukların şiddete, tacize, istismara ve katliama uğrama hızında kesiklik olmaması(daimileşmesi) bireysellik, coğrafi veya istisna ile gerekçelendirilebilir mi? Sağlıkta, eğitimde kamusal hizmet üretenlere (emeğe, özveriye, kolektivizme, dayanışmaya) yönelmiş ve de pik yapmış hınç, kin, linç, nefret ve yıkıcı iç güdüler insanla doğmadı ya!

Yıkıcı içgüdüler, kayıtsızlık ve de acımazlık nasılda seller sular halinde akıyor değil mi? Sedyeden kalkıp sağlıkçıya şiddet saçıyor birisi, bir diğeri koridorda eğitimciye kötülük için hazır kıta bekliyor. Bedenlerimize, hayatımıza, doğaya ve geleceğimize yönelik bu kadar çok kindarlık ne ara beslendi? Bu zalimce duygular nasılda yeşerdi? Anlık tesadüflerle değil tabi ki, bu kitlelerin zihninde biriktirilmiş ve alabildiğine cilalanan ya da cezalandırılmayan sabit fikir nosyonu ve katı duygular kendini üstün görüyor.

Kutuplar üretme, ayrıştırma, hiçleştirme; kamusal hizmetleri ve kamusal alanları önemsizleştirme ve bu alanların dinamiklerini itibarsızlaştırma eğilimi türedikçe, beraberinde “küçültücü ve basitleştirici bakış” hâkim kılınıyor. Yaratıcı gerçek, “gerçek dışı” karşısında sürekli baskı altında tutuluyor. Buralardan elbette çıkış var. Bu ürkütücü, korkutucu ve yıkıcı “kafatasçılıktan” kurtulmak sır değil, mucizevi bir tılsım da gerektirmiyor.

Şiddet nutuklarını terk ederek; hak hukuk ve adaletle; eşitlik değerlerini eksiksiz yayarak; bilimsel ve vicdani bilinci yükseltmekle; insan ve yaşam haklarını en üst düzeyde uygulayarak; fikir ve duyguları evrensel sempatiyle donatarak, öfke, şiddet ve nefreti en küçük hücrede cezalandırılarak bu kötücül sarmaldan çıkılır. Devletlerin ve siyasi iktidarların görevi bu değil mi zaten?

Antipatiyi değil sempatiyi, nefreti değil hoşgörüyü, baskıyı değil özgürleşmeyi, yıkıcılığı değil yaşamı esas alan formların iklimi canlı tutulmalı. İnsan, “insanlık dışılıktan” utanır hale getirilmeli ve insanlık dışılıktan kurtuluş reçetesi fenomenleştirmeli.

Hepimizin güzel inanışlara, iyi haberlere, sevgiyle yücelen duygulara, coşkulu doğallıklara, özneleşen kimliklere ve herkesin kendi rengiyle yeniden serpildiği bir dünyaya ihtiyaç var.

Bir düşünelim! Gözlerimiz neden uzaklara takılır? Elmas sırlı ve büyük manzaralı yaşamların her an tomurcuklanabileceğini görmek için. Her gün defalarca neden göklere bakarız? Büyük hayat yıldızlarda, ayda, güneşte ve bulutta sergilendiği içindir. Gönlümüzü neden kelebekten, çiçekten, sudan ve ufuktan alamayız? Barış, adalet, sevgi, aşklar, hakikat ve özgür ruhlar oralarda toplaştığı içindir...

Savaşsız, sömürüsüz, çatışmasız bir dünya ne güzel olurdu değil mi?

 

 

Kaynaklar:

Kitlelerin Psikolojisi (Gustave Le Bon)

 

Her Gün Defalarca Neden Göklere Bakarız?
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *