Eğitim Sorunlarının Temellendirilmesi; Aydınlanma, Olgunlaşma ve İtaat (3): Eğitim sistemi kitlenin ‘ihyasına’ mı yoksa kitlenin ‘imhasına’ mı hizmet ediyor?
Tarihin ilk dönemlerinden beri; bilim, felsefe, adalet, estetik ve sanatın hemen hemen hiç var olmadığı toplumlarda; cehaletin, sefaletin, vahşetin, benciliğin, kuralsızlığın, keyfiliğin, akılsızlığın, korkaklığın, gönüllü köleliğin, kişiliksizliğin ve kimliksizliğin yoğun olarak görüldüğü bir gerçektir. İster efsanevi söylenceler (mitoslar) isterse yazılı kaynaklar olsun hepsi tarihsel süreç içerisinde acımasızca yaşanmış savaşlar, tufanlar ve katliamlardan bahseder. Yapılan seferler, işgaller, fetihler ve güç gösterilerinin içeriği ve kapsamı ne olursa olsun insan bu eylemlerinde; ya yağma sonucu elde edilecek ganimetten (cinsiyeti önem arz etmeden buna insan da dahil!) pay alma ya sonsuz/ilahi mekanların en yücesinden bir köşe kapma veyahut her ikisini birlikte elde etme amacını taşımıştır. Böylesine erdemsiz, sığ değerler peşinde koşan insanlar da ulvi bir amaç için aklını kullanmaya cesaret edemediği için ergenlikten kurtulup olgunlaşamamıştır.
Olgunlaşma insanın zihnindeki tüm karanlık/zararlı düşüncelerden, insanı esaret altına alan ilkel dürtülerden, arzulardan ve öfkeden kurtulabilme mücadelesinin sonucunda kazanılan başarı ile meydana gelir. Arzu ve öfkesinden kendi özgün aklı ve özgür iradesi ile kurtulan bireyler artık “hamdım, piştim ve oldum” düsturunda belirtildiği gibi olgunlaşma mertebesine yükselmiştir. Platon’un gerek bilgi ve insan türleri (bkn. önceki yazı), tasavvufta yer alan hikmet sahibi insan ya da erenler de işte bu olgunluk seviyesiyle değerlendirilmiştir.
Lütfen yukarıda bahsettiğim insan olma-uysallaşma, olgunlaşma ve aydınlanma-düşüncelerinin yanında eğitim yazısının ilkine giderek Sokrates’in Kallias’a sorduğu hayati soruyu düşünün. Ardından gelin Immanuel Kant’ın ‘Eğitim Üzerine’ kitabında (s. 45) söylediklerine hep birlikte bakalım: “Atlar ve köpekler alıştırılır [uysallaştırılır] fakat insan da alıştırılabilir [terbiye edilebilir].” Peki insanı diğer canlılardan farklı olarak nasıl eğiteceğiz? Kant aslında üstü örtülü bir şekilde de olsa Sokrates’e “İnsanın aydınlanmasını sağlayarak” diye cevap veriyor. Aydınlanma nedir? İnsanın ergenlikten/ergin olamama hainden çıkıp olgunlaşması demektir. Olgunlaşma nedir? Olgunlaşma beşerin kendi ham taşını yontarak yani özgürleşerek kemale ermesinden başka bir şey değildir.
Neden eğitim sistemi insanlığı ihya etmeyi değil de ölmeyecek kadar bilgi ile toplum düzenini bozmayacak kadar bilgi vermeyi yeterli görüyor?
Sistemi yani gücü ellerinde tutan odaklar için insanların mağara içerisinde (kalıpların içinde) gösterilen gölgelerle, büyüleyici masallarla hayata başlayıp akıllarını başlarından alan (alması isteniyor zaten!) coşku verici, ölü ruhları şahlandırıcı destanlarla yetişmelerini sağlamak önceliklidir. Böyle bir toplumda idareyi ellerinde tutanların amacı toplumu oluşturan bireylerin zihinsel ve ruhsal bakımdan özgürleşmesini sağlamak değildir. Gücü/iktidarı ellerinde tutanlar kendi otonomilerinin sürmesi, konfor alanlarını korumak ve çıkarlarına ulaşmak için halkı/insanları olabildiğince gelenekçi, şovenist ve duygusal bakımdan manipüle/terbiye ederek tüm alavere/dalavere işlerini yalana dayalı pazarlama usulleri ile fütursuzca sürdürmeye devam ederler. İşte bu noktada eğitim onlar için Louis Althusser’in de belirttiği gibi ideolojik bir aygıttan başka bir şey değildir.
Gücü elde tutan küçük azınlıkların kendi iktidarlarını sürdürmeleri, konfor alanlarını korumaları çoğunluğu kontrol etme becerilerine/maharetlerine bağlıdır. Eğitim bu güç/iktidar mücadelesi sürecinde kontrol mekanizması olarak tek başına yeterli bir araç olarak görülmez. Bu uğurda eğitimin öncelikli amacı uygarlaştırma değil uysallaştırma bireylerin erdem sahibi olması değil terbiye edilmesidir. Yığınları bir arada tutarak itaat etmelerini sağlama, kitleleri istenilen menzile doğru götürmede çok daha ulvi bir araç daha devreye sokulur. O ulvi araç! Bingo! Bildiniz: Din!
İnsanlığın keşfettiği ezelden beri kullanılmış ve ebediyete kadar kullanılacak en etkili mekanizma!.. Bu mekanizmanın önemli iki bacağı cennet ve cehennemdir. Bu şekilde sonsuza kadar cezalandırılmak ile ödüllendirilmek arasında tercih şansı verilir. Kitlelere bu iki meçhul diyarın birisinden uzak durup diğerinde yaşamaları telkin edilirken, analarından şanslı ve ayrıcalıklı doğmuş olanlar ise henüz bu dünyada iken cenneti yaşamakta beis görmezler. Sıradan insanlar ise genelde kutsal mekânlarda dağıtılan vizeyle girilebilen sonsuzluk diyarında her şeyin en güzeli, en konforlusu ile hurilerle/gılmanlarla ilelebet yaşayacakları cennet hayaliyle hayata veda ederler. Aklını kullanmaktan özenle kaçınan bu tür yığınların varlığı, sömürüye dayalı sistemlerin en önemli güç kaynağı olmasının yanında en büyük gelir ve itibar kaynağı olmuştur.
Platon’un “Şölen” isimli kitabında önemli bir figür olan Agathon'un Sokrates'e verdiği yanıt aslında yukarıda açıklamaya çalıştığımızı oldukça berrak bir şekilde özetlemektedir; "Aklı başında bir insan için akıllı bir azınlığın cahil bir kalabalıktan daha tehlikeli olduğunu biliyorum." Aklı başında bir insandan kastımız tabi ki idareyi elinde tutan güç sahiplerinden başkaları değildir. Buradaki akıl erdemli bir akıl değildir ve erdemsiz bir akıl en büyük kötülüklerin kaynağı olabilir. Nitekim insanlık tarihi bunun sayısız ve vahim örnekleriyle doludur.
Hangi Eğitim?
Velhasıl mevcut eğitim sistemlerinin dört duvar arasındaki bilgi kırıntısından bir tık daha hallice -illüzyon bilgisi kadar bile olmayan- öğretileriyle insanın kendi özgür iradesini ortaya koyarak doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt edebilmesi, kalıpların dışına yani mağaranın dışına çıkabilmesi, kendini bilmesi, tanıması ve aşması mümkün görünmemektedir. Elbette kendisine aktarılan illüzyona dayalı bilgiyle övünen, gurur duyan, ününe ün katan gafiller aşağılık duygusundan ya da eksiklikten kaynaklanan bir motivasyonla tüm zamanların rekorlarını kıracak kadar şan, şöhret, makam elde ederek yoluna devam etmekte. Hatırlarsınız ki Platon bunları söylemişti. Bunlar bilginin peşinde koşan aşıklar değildi ki? Onlar başarıyı önceleyen, zevkin, faydacılığın, hazcılığın boyunduruğunu kendi elleriyle boyunlarına geçirmiş, çıkarcı, bencil kısacası köle ruhlu zavallılardan başka bir şey değillerdir.
Oysa ki Rousseau’nun “Çağın en büyük hastalığı, başarı üzerine kurulmuş bir hayat isteğidir. Hayatın anlamı başarıda değil özgürlüktedir. Sadece başarı için yaşayan insanlar, köle ruhludurlar, özgür olamazlar” demesinin üzerinden hemen hemen 250 sene geçmiş fakat biz hala benzer durumun yaşandığına tanık olmaya devam ediyoruz. Peki, bu olgu/süreklilik bizler için şaşırtıcı mı? Tabi ki değil. Çünkü gelişmemiş/aydınlanmamış insanın genetik kodlamasında var olan “bir başkasından daha üstün olma” güdüsü/yarışı/rekabeti bilinen ilk insandan beri devam etmektedir. Okul başarısı da bunlardan birisidir. Kendisini bilmeyenlerin okul yaşamlarında elde edeceği sözde/göreceli başarılar ile gerçek mutluluğu yakalaması mümkün olmasa da narkoz olmayı isteyen milyonların olduğu yerde o basmakalıp bilgiler de elbette işe yarayacaktır. İşte asıl kritik mesele kitleleri ihya edecek, özgürleştirecek, aydınlatacak bir eğitime mi ihtiyaç duyduğumuz yoksa kitleleri düşünmeyen, sorgulamayan, itaatkar kölelere dönüştürmeyi hedefleyen bir imha aracı olarak mı eğitime ihtiyaç duyduğumuzdur. Eğitimin kurucu unsurları da bu bağlamda temellendirilecektir.
Devam Edecek!..