İnsan, Çevre ve Kültür

YAYINLAMA: 29 Nisan 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 28 Nisan 2025 / 18.49

İnsan, içinde doğduğu coğrafyada ve kültürde, kendilik bilinci oluşmadan doğal yaşayan bir canlıdır. Bu canlı içinde bulunduğu ortamın üreticisi ve tüketicisidir. Dolayısıyla hayvansal bir yaşamın içindedir. Ancak başka bir kültüre veya coğrafyaya geçtiğinde aslına bir hasretle kendilik bilinci oluşmaya başlar.

1970’li yıllara kadar kırsalda yaşayan biri olarak hatırlıyorum da; doğayı işleyip üreten ve tüketen biri olarak hiçbir atığımız olmadan yaşıyorduk. Şehirden aldığımız sabun, gazyağı ve bayramdan bayrama iki metre bez. Onu da ürettiğimiz tarım ürünü veya hayvansal ürünün kazancıyla alırdık. Ne banka borcu ne de bir masraf. Zahiremiz veya hayvan yemimiz olan saman biterse komşudan ödünç alır harman zamanı geri veririz. Tarla vb geçimliğimiz yok ise de komşunun işine giderek ödeşirdik.  Ne onun işçisi ne de o bizim işverenimiz olurdu. Bireysel bir yaşantıdan haberimiz yok idi. Herkes akraba veya köylü olarak bütünlük içinde yaşardık. Evlerimizin çöplüğünde hayvansal atıklardan başka bir şey olmazdı onu da seneyi devriyesinde tarlaya-bahçeye çekerek geri dönüşüme katardık. Büyükbaş hayvan atıklarını da güneşte kurutarak yakıt olarak kullanırdık. Çevreye aykırı tek varlık yıkılan evlerin kalıntıları olurdu.

1970 li yıllarda şehre geldiğimde de şehrin çöplüğünde patates ve soğan kabuğu ile soba külünden başka bir atık görmedim. Şehirdeki hayata kırsalın bir üstü olarak uyum sağlamaya çalıştık, okula gittik, ama şehirli kafası başka çalışıyor, onun konuşması, hareketleri, tavrı bizimki gibi değil. Bizimle arkadaş da olmuyorlar. Sahi şehre ne katkımız olmuştu ki onda bir hakkımız olsun?

Babamın şehirde 1968 yılında belediyede şoför olarak işe başlamasıyla şehre gelmiştik. 1. ve 2. Dünya Savaşı sonrası şehre yerleşen akrabalarımız dokumacı, yapıcı, inşaat işçisi, seyyar satıcı vb. iş sahibi olmuşlardı ama kırsal kültürlerini aşamadıkları için şehir kültürüne katkıları olmadığından biz de şehir kültürünün ne demek olduğunu dahi bilmiyorduk. Garip, tedirgin yaşayageldik.

Sahi nedir şehir kültürü? Kitap okumak, tiyatroya sinemaya gitmek, lokantadan yemek, kadın erkek bir arada sosyal ortamlarda mı olmak? İstenilen sanayi ve teknoloji ürününü alabilmek mi? Bana öyle geliyor ki mesele köyde veya şehirde büyümek değil de farklılıklarla farkındalığımızın artması ile kendimizi tanıyıp diğer insanlar ve çevremizle etkileşimli uyumlu üretken yaşamakla insanın kendilik bilinci gelişir.

Wikipedia mekân ve uzay boyutuyla kent bünyesinde yaşayan insanlarca, ortak bir paydaya istinaden üretilen maddi veya manevi değerlerin oluşum süreci olarak tanımlamakta. Yani farklı üreticilerin birbirinin hak ve menfaatlerinin yasalara bağlandığı, birlikte üretim ortamında oluşan yaşam biçimine (kültüre) uyum sağlamak zorunluluğu. Çetin Altan şehirli olmak için dört kuşak üniversite eğitimi alarak yaşan kişilerin çocuklarının ancak şehirli olabileceklerini söylemişti

Günümüzde nüfusu 2 milyonu aşan mega bir şehirde yaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşındaki kent nüfusunu esas alırsak Kentin yerlilerinden nüfusa oranı yüzde 1 gibi. Nüfusu oluşturanlar farklı kültür ve coğrafyalardan iş gücü vb için gelip yerleşenler ve Cumhuriyetin değerlerini okuma yazma ve sağlıklı yaşam ortamı olarak içselleştiren ortak tarih ve amaç birliğini tercih etmiş kişiler. Din olarak da İslamın etkisindeler. Gelir dağılımı olarak da yoğunluk asgari ücret seviyesi. Ortak bir kent kültürünün oluşması ve bu kültürün ortalaması ne olabilir?

Ortak kültür olmadığı için elinde maddi veya manevi gücü olanın karşısındakini görmediği, kimsenin kimseye saygısının olmadığı, herkesin önce ben dediği, tarlasını satarak aldığı aracını trafikte istediği gibi süren, dörtlüyü yaktım kurala uydum diye aracını yol ortasına bırakarak alışverişe giden, sokaklara sigara izmariti, peçete, pet şişe plastik ambalaj evsel atık… her türlü çöpünü dışarı atan, tarlada yürüyormuşçasına sokaklarda yürüyen, müziğin sesini açarak çevrede dolaşan…. Hangisini söylesem diğeri eksik kalıyor…Modernin değil de modernde değil de modernizmde birleşen çokluğun içinde yaşıyoruz. Bedenimiz burada düşüncemiz avımızda, tarlamızda.

Sahi nedir kültür ki herkesi uyum içinde yaşatsın? Tüketim endüstrisinin tüketicileri olarak kültüre bir katkımız var mı? Eskiden bayramlarda geleneksel kıyafetler giyilerek halk oyunu oynamayı kültür olarak görürdük.

Kültürü çevreyi ve insanı dönüştürerek üretilen maddi ve manevi değerlerle sahip, uyum içinde yaşayan insanlardan oluşan çevrede insana yarayan eşyalar içinde yaşamak olarak tanımlayabiliriz. Birey olarak neyi üretip de dönüştürdük… Hepsini hazır bulduk, dilimizi, dinimizi, yaşam aparatlarımızı… Kimimiz başkasının yazdığı kitapları okuyarak farklı olacağımızı sandık ama eylemimiz ile söylemimizle toplumdan dışlanır olduk

Filozof Hegel, “İnsanın bedensel ve toplumsal bir bilinç varlığı olduğuna dair öz farkındalığın kendilik bilinci olduğunu söyler. Yukarıda tanımladıklarımız mıyız hakikaten öz varlık olarak. Duygularından ve doğadan kopuk, çevreye ve diğer insanlara duyarsız, hâkim olan endüstriyel ve teknolojik liberal tüketim ekonomisine kol gücünden başka bir katkısı olmayanlar olarak hiç kendimizi bulup onunla yüzleştik mi? Kimi tutup sorsam Müslümanım der. Halbuki günde 5 kere haftada da bir gün kendimizle yüzleşmemiz istenmekte özgür bireyler olarak. İşimizin ve isteklerimizin kölesi olup kendimiz olarak, bilinçli olarak kimiz neyiz niçiniz hiç sorduk mu? Halife Ömer bir yönetici olarak kendine sorarmış “bugün Allah için ne yaptın” Allah için bir şey yapabilme gücü ve kudretinde değiliz de bugün kendimiz için ne yaptık? Sevdiklerimiz için, çevremiz için ne yaptık? Aynı kapıdan girip çıktığımız komşumuza günaydın – iyi akşamlar diye bir selam mı verdik? Gördüğümüz çevreye aykırı bir atığı çöpe mi attık? Soluduğumuz havayı içimize çekerek mutlu mu olduk? Annelerimiz, kız kardeşlerimiz, kızlarımız, sevgililerimiz parçası veya parçamız yarınımız-yarimiz olan, aynı varlığın yarattığı kadınlarımız bizi görünce neden böyle davranıyorlar diye hiç düşündük mü? Toplu taşıma aracında veya trafikte birine yer mi verdik? Hangi özveride bulunduk ki karşılığında huzur mutluluk hissetmedik?

İçinde yaşadığımız çağ, otomasyon ve robot çağına evrilerek insanı ortadan kaldırarak insanlığı yok etme aşamasına geçmiştir. İnsan olarak varlığımızı koruyup var olmaya çalışmak zorundayız. Kendi bireysel geçimimizi dahi sağlayamayan asgari ücreti almak için dahi torpil arar olduğumuzun farkında mıyız? Yaşam şeklimizi değiştirerek yaşadığımız çevrede birlik ve uyum içinde birbirimize sahip çıkarak maksimum üretim minimum tüketim mantığıyla yaşamaktan başka çaremiz olmadığını düşünüyorum. Tüketiciler olarak kendilik bilincimizin ve birliğin gücü karşısında kimse dayanamaz.

Saygılarımla 19.04.2025

 

İnsan, Çevre ve Kültür
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *