Birlikte Yaşama Sanatı

YAYINLAMA: 08 Mayıs 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 07 Mayıs 2025 / 11.39

Farkında olalım veya olmayalım, üzerinde yaşadığımız ve adına dünya dediğimiz yeryüzünde sayısız canlı organizma ile varlığımızı sürdürmekteyiz. İnsan, beden olarak bu varlığın bir parçası olsa da düşünce varlığı olarak bu varlıktan ayrı, kendine özgü bir konuma sahiptir. Birey olarak her birimizin parmak izinin dahi ayrı olması her insanı biricik, özel olduğunu göstermektedir. Kadın ve erkek ayrı cinsler olarak yapımız ile ayrı coğrafi şartlarda var olmamız, din, dil, millet gibi farklı özelliklerimizin gelişmesi bu biricikleri bir arada yaşamasını ve yaşatmasını sağlayan kuralların doğmasına neden olmuştur.

Bu yasalar birlikte yaşamamızı sağlıyor mu derseniz beden olarak yaşam hakkı kapsamında belki beraber yaşıyor denebilir ancak düşünce ve eylem olarak bakıldığında her insanın kendi özel dünyasında; kendisini oluşturan parçaları ile birliğinde ise doğasına ve çevresiyle uyumlu, saygın yaşamaktadır. Bu bağlamda insan kendini tanıdıkça birlikteliğini ve saygınlığını kurduğu anlaşılmaktadır.

Dünyamıza uzaydan bakıldığında ışıl ışıl bir bilye. İçine girildiğinde ise kıyamet kopuyor. Biri birini yiyerek varlığını devam ettiren bir organizma olduğu gözükmekte. İnsan bu organizmanın hem sözcüsü hem de gözcüsüdür. Beklenen her insanın kendi eylemlerinin sözcüsü ve gözcüsü olarak doğası ve çevresiyle uyumlu bir varlık olarak yaşayabilmesi için kendini genel gidişat içerisinde güncel tutmasıdır.

İnsan eylemlerine bakıldığında, korku, sevgi, ortak menfaat gibi duyguların insanları bir arada tutmaya yaradığı ancak bu şartların ortadan kalkması ile dağıldıkları ve her birinin kendi iç dünyasına döndüğü gözlemlenmektedir. Mesela bir konserde herkes yek vücut olarak o eseri dinlerken veya onun melodisi eşliğinde dans ederken ortak düşman-korku karşısında bir araya gelerek o tehlikeyi savuşturup günlük yaşamına dönmekte ve bireysel menfaati için omuz omuza savaştığı kardeşini öldürebilmekte.  Öyle anlaşılıyor ki bireysel be bütünsel menfaatler birlikte çalışıyor.ve ortak menfaatlerini görenler daha fedakâr olabiliyorlar. Demek ki hepimizi etkileyen birliğimiz ortak duygu dünyamız imiş ve fedakârlık ve feragata dayanıyormuş. Bu duygularımızı besleyen yaşam formlarından uzaklaşarak korkudan sevgiye, bireysel menfaatten kamusal menfaate yöneldiğimizde birlikte yaşama alanlarımız gelişecektir.

Toplumsal yaşamın temeli aile yapımızdır. Çekirdek aile yapısı geniş aile yapısından koptuğundan bir arada yaşama damarları kopmuş olduğundan sürdürülmesi mümkün gözükmemekte. Batı toplumlarında, iş gücüne eleman temini amacıyla oluşturulan bireysel çalışma ve tüketme düşüncesi sonrası bir bütünün iki yarısı olan kadın ve erkeği saçma bir eşitlik düşüncesiyle birbirinden koparmış ve köpek ile yaşama seviyesine düşürmüştür. Ortak menfaatlerini ise meslek örgütleri sendika gibi sivil toplum örgütleri kanalı ile sağlamışlardır. Günümüzde ülkemizde tüketim ekonomisinin tüketici bireyleri konumuna düşürülmüştür. Ve bu durum hayatın her safhasını kaplamıştır. Devlet baba ve koruyucu, dengeleyici rolünü şirketlerin kar zarar hesabına dönüştürmüş, halkı koruyacak sivil toplum örgütleri eski devlet geleneğinde olduğundan üzerlerine düşen görevi ifa edememektedir. Bu çılgınlık nedeniyle aileler geçim sıkıntısı çekiyor, gençlerimiz evlenemiyor, bin bir ümit ve bedelle kurulan aileler kurulma sürecinden daha kısa bir zamanda yıkılmaktadır. Bu durum geleceğimiz için en büyük tehlike olarak gözükmektedir.

Birlik demek, benliklerin değil de ortak değer yargılarımızın bir arada olduğu duygu ve düşünce dünyamız demektir. Bireyi ben eden de o değer yargılarına verdiği fedakârlık ve feragattır. Bu paraya veya başka bir güce evrildiğinde bir felaket olarak insanı mahveden bir yapıyla karşılaşılmaktadır. Para için kendi hemcinsini ve doğayı katleden güç karşısında ne yapmamız gerektiği sorgulamamız gereken bir gerçektir. İçinde yaşadığımız çağımızın insani değer açısından en büyük tehlikelerden biri bu durumdur.

Eğer anne babalarımız bize para gözü ile baksa, fedakârlık ve feragatte bulunmasalar biz olur muyduk? Vatanı için, ilkeleri için canını feda eden şehitlerimiz olmasa üzerinde yaşayacak vatanımız olur muydu? Öyleyse…! Önce kutsal değer yargılarını temsil eden kişilerin dinin ve devletin yöneticilerinin fedakârlık ve feragatte bulunarak her türlü israf ve fuhşiyattan uzak durarak hak ve adalet ilkesi ile hiçbir ferdi dışlamadan birlikte yaşama yönelik ortak menfaat ve sevginin egemen olduğu bir yaşayışta model olması gerekmektedir. Ancak o zaman her zorluğa dayanarak varoluşun temelini oluşturabiliriz.

Sorumluluk duygusu taşıyan herkesin içinde kendini bulduğu, kendini içinde bulunduğu toplumun devamını sağlamaya adadığı yaşamı sanat haline getirecek temsil yetkisinde olması beklenir. Bu da inancımızı akıl ve bilimle işleyerek geleceğinden emin kişilerden oluşan toplumları doğuracaktır. Zira geniş halk kitleleri ile güvenlik kuvvetlerimiz inançla vazifelerini yerine getirmektedir. Dini ve milli inanç değerlerimize bilerek veya bilmeyerek her türlü saldırı yapılarak milletimiz içerden çökertilmektedir.  Eğer bu olmazsa herkes kendi aklı ve yargısınca hareket ederek aynı cemaat içinde üç kişinin dahi bir araya gelemediği bir toplum yapısına evrileceğimiz kaçınılmazdır. Bu durumdan birey olarak kurtuluş ve varoluş gözükmemektedir. Hep birlikte aydınlık yarınlara ancak yaptığımız işi para için değil de en iyi ve en faydalı halde yaparak toplumsal güveni sağladığımızda başarabiliriz. Değer verme ve değer bilme ile var olduğumuzu ve bunun yolunun da sevgi ve saygıdan geçtiğini fark ettiğimizde gerekli enerjinin kendimizde olduğunu göreceğiz.

 

Birlikte Yaşama Sanatı
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *