KADIN CİNAYETLERİ CİNNET SEVİYESİNİ GEÇTİ

Türkiye Cumhuriyeti teokratik otokrasi çukuruna hızlıca yuvarlanıyor ve bu da adalet, ekonomi, eğitim, sağlık, tarım, turizm başta olmak üzere en çok da kadınların yaşam hakkını etkiliyor.
Her şeye muktedir olan teokratik otokrat hem dini hem de siyasi gücü elinde tuttuğu için her şeyi Tanrı adına, din adına yaptığını iddia ediyor ve tek lider de bu kişi olduğu için hem alternatifsiz hem de sorgulanma şansı yok.
Bu kafaların yönettiği ülkelerde cahil bırakılmış halk “itaat” olgusunun kompleksini büyütüyor, kendine göre bir anlayış geliştirip kadını esir pozisyonuna itmeyi kendisine verilmiş bir hak sanıyor. En acısı da şu ki yine cahil bırakılmış zavallı kadınlarımız da bunu “olağan” sanıyor.
Türkiye’de kadın cinayetleri cinnet seviyesini geçti. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) verilerine göre Ocak 2025 de 33 kadın cinayeti, 32 şüpheli kadın ölümü, Şubat 2025’te 16 kadın cinayeti, 21 şüpheli kadın ölümü kayıtlara geçmiş.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) verilerine göre ise Mart 2025’te 25 kadın cinayeti, 10 şüpheli kadın ölümü emniyet kayıtlarında yer almış. Bir de emniyet kayıtlarına yansıtılmayan ölümleri düşündüğünüzde toplumsal bir cinnet geçirmekte olduğumuzu daha net algılıyoruz.
Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilan ettiği “Aile Yılı”nda kadınlar için en güvensiz yer ne yazık ki yaşadıkları evleri. Kadınların %57'si kendi evlerinde öldürülmüş. Öldürülen kadınların %71'i eşleri, babaları, boşandıkları ya da boşanma aşamasında oldukları erkekler tarafından katledilmiş. Son derece yüzeysel bir bakışla, neredeyse ıslık çala çala korunuyormuş taklidi yapılan kadınların ciddi bir bölümünü koruma kararı alındığı iddia edilen davalarda kaybetmişiz.
Kadın hakları savunucuları, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin ve 6284 sayılı kanunun etkin uygulanmamasının kadın cinayetlerini artırdığına dikkat çekiyorlar. Anayasa Mahkemesi'nin Serpil Erfındık davasında devleti sorumlu tutarak manevi tazminat cezası vermesi, önemli bir hukuki gelişme olarak değerlendiriliyor ancak asla yeterli değil. Hiç vakit kaybetmeden mevcut yasal önlemler revize edilmeli, hatta sadece revize edilmeyip artık yürürlüğe konulmalı ve toplumsal farkındalığın artırılmasına ilk okuldan, muhtarlardan cami imamlarından başlanmalı.
Türkiye’deki erkek egemen toplum yapısının, erkeği “hakim”, kadını ise “itaatkâr” konumda gördüğünü biliyoruz. Kadının boşanmak istemesi, çalışmak istemesi, kendi hayatına dair kararlar alması bazı erkekler tarafından "itaatsizlik" olarak algılanıyor ve şiddetle cezalandırılıyor.
Erkekler, eşlerini, eski eşlerini ya da kız arkadaşlarını “mal” gibi görüp, ayrılmayı veya özgürleşmeyi kabullenemiyorlar. Çoğu zaman kadın haklarını en iyi öğrenen ve öğreten kişiler olması gereken annelerinin yetiştirdiği erkekler ne yazık ki bu sahiplenmeyle büyütülüyor. Erkek çocukları hâlâ evde üstün görülerek yetiştiriliyor.
Ailedeki çarpık anlayış, bir göle atılan taşın yarattığı halkalar gibi cehalet dalgaları yayıyor. Buna bir de toplumun geleneksel çarpık “ahlak” anlayışı eklendiğinde toplumsal baskı bile cinayet sebebi olabiliyor. Kadının kendi hayatını yönetmek istemesi bu cahil "sahiplik" anlayışına ters düşüyor ve şiddet patlak veriyor. Kadının kendi ailesi bile çoğu zaman kadını bu akıl dışı bataklıktan kurtarmak için elini uzatmıyor.
Cinayetlerin büyük bir kısmı, kadınların boşanma, ayrılık ya da uzaklaşma kararı almasından sonra işleniyor.
“Benimsin ya da kara toprağın” şeklinde özetlenecek çağ dışı esir anlayışı hala geçerli. Toplumdaki bir başka algı da “Cezasızlık ve Etkisiz Hukuki Süreçler” inancı. Gerçekten de katiller kravat indirimi alıyorlar ya da kime göre “tahrik” olduğunu anlayamadığımız “haksız tahrik” indirimiyle paçayı kurtarıyorlar. Sistemin felce uğrattığı adalet de zaten çok ağır işliyor. Koruma kararları ya yeterince hızlı alınmıyor ya da uygulanmıyor.
Bu durum erkeklere “nasıl olsa ceza az” mesajı verdiği için, çarpık zihniyet giderek dallanıp budaklanıyor.
Üstelik, tamamıyla bir politika olduğunu düşündüğüm dizilerdeki ve filmlerdeki sıradanlaştırılan şiddet, herkesin eline bir silah alması özgürlüğünü nerdeyse özendiriyor. Medyanın “Aşk cinayeti” gibi ifadelerle meşrulaştırdığı olaylar da bu cinnet haline tuz biber oluyor.
Toplumun büyük bir kesiminde kadın-erkek eşitliğinin yeterince içselleştirilmediğini biliyoruz. Buna bir de bazı erkeklerin psikolojik sorunları, alkol, uyuşturucu ve öfke kontrol bozuklukları da eklenince kadın cinayetleri zirve yapıyor.
Tüm bu anlatılanlara bakıldığında net bir şekilde anlaşılacağı gibi tüm bu cinayetler, münferit değil; toplumsal bir yapı sorunu. Eğitim, yasal reformlar, kültürel dönüşüm ve etkin devlet politikaları olmadan bu sorunu çözmek mümkün değil. Bu reformlar da ancak çağdaş insanların yöneteceği bir ülke ile mümkün.
