Türkçe Düşünerek Adlandırma

Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya merkezli bir kültürel yaşamın beşiği olagelmiştir. Özellikle Anadolu geçiş bölgesi Ortadoğu da sıcaklığı nedeniyle sürekli hareketli-kaynayan bir kazan olagelmiştir. Bu kazanda kaynayan yemek içinde çeşit çeşit nimet bulunmaktadır. Tanımlamak gerekirse bunu aşureye benzetebiliriz. İçindeki her nimet kendi tadını koruyarak kıvamına verir ve o kıvamın kokusu aleme yayılır. Ortadoğu’nun batı ucu olan Ege bölgemiz ılıman iklimi ve bereketli toprakları ile tarihte de günümüzde de insanlara kucak açan, besleyen binyıllardır yurdumuzdur.
Benim küçüklüğümde 10 km alanda bulunan aynı boya ait insanların konuştuğu Türkçe de ağız farklılıklarından dolayı anlaşmazlık olurdu. Cumhuriyetin tevhidi tedrisat kanunu sayesinde İstanbul Ağızı esas alınarak dil birliği oluştu. Derleme sözcüğüne baktığımızda kök olarak aynı olan sözcüklerde anlam ve söylem kaymaları olduğu anlaşılmaktadır.
Türkçemizin söz dizimi olay üzerine oluşan mananın dile gelmiş hali olarak yaşaya gelmiştir. Bu nedenle o manaya erildiğinde sözcükler de içini size açıyor. Örneklemek gerekirse elin sallanması ile oluşan yeli sıcaktan serinlemek için veya ateşi hararetlendirmek için yelleriz. Bazen de yellenip rahatlarız. Veya yeleken bir yerde ferahlar bazen de yelken diker teknemize çekerek engin denizlere yol alırız. Ne de olsa bana el ayak olan el (yabana giden) olmuştu. Yani yel alıp ele yallanmaya el kapısına yola gitmişti. Zalim yel de tüylerini yolmuştu.
Günümüzde Türkçe gramer yapısı oluşturulmuş ve dillerde kayıtlı sözcükler arasında etkileşim olduğu varsayılarak sözcüklere aidiyet bildiriliyor.
Sözcükler düşüncenin yük eşeğidir. Düşünce de düşünenindir. Kim sahip çıkar besler ve anlam yüklerse ona çalışır. Bu bağlamda Türkçe gramer ve ad koyma usulüne göre Yunanca olarak bilinen bazı sözcükler anlam bağlamında incelenerek düşünce ve kültür dünyamızın ışığında ve sıcaklığında aydınlanmaya çalışacağım.
Türk Diline temel olarak Göktürk Yazıtları esas alınmıştır. Tıpkı Anadolu’ya 1071 yılında geldik klişesi gibi. Göktürkler gökten mi indi öncüsü bu ise öncesi ne idi denmez mi? Denir onlara da başka yer ve zamandaki kültürel ve siyasi kimliklerin dillerindeki ad ve sözcüklerle bilgi sahibi oluyoruz.
Göktürklerden önce ondan önce kullanılan sözcükler veya bu alfabe ve dile dönüşen sözcükler taşa kazınarak gerekse basılı kitaplara geçen sözcüklerden dilimize ait sözcüklerin kökeni, anlam kayması ve yüklemesi gibi konularda bilgi sahibi oluyoruz. Ama asıl bilgi kaynağı kendimiziz.
Dillerin, sözcüklerin kökeni insandır. Çeşit çeşit ad, şekil ve renkte bireysel olarak benzetmek gerekirse aynı bahçe içinde yaşayarak varlığını devam ettirir ve bahçenin görkemini, çeşitliliğini, zenginliğini gösterir.
O bahçenin adının veya sahibinin şu bu olması bu gerçeği değiştirmez. İnsan ise hangi zaman ve mekânda ortaya çıkarsa çıksın genetik bir devriyat olarak tüm kültürel birikimini eylemleriyle birlikte genetiğine yazılarak farklı kültürlerle etkileşime girerek varlığını sürdürmede.
Şu da gerçek ki dilimizde kullansak da farklı sözcüklere dönüşerek düşünce üretmeyen bir sözcük ya Türkçe değil ya da biz o düşünceye evrilmemişiz, o seviyede değiliz demektir. Bu bir tespittir yargı veya aşağılama değil. Her mesleğe ait kavram o mesleğin ustasında canlanır diğerlerinde bilgi olur.
Ad verme nasıl meydana çıktı? Gayet açık gözlemci olarak her olana, her harekete, yapılan her eylemi bir sözcükle kendimize bağlayarak düşünce dünyamızı kurar bu düşünce zenginliği ile de olan olaya katılan nesneleri birleyerek bir ad veririz.
Oğuz Döneminden örnek vermek gerekirse Adsız çocuğun meydanda boğayı yıkması üzerine Dede Korkut ona Küçük Boğa anlamında Boğaç adını vermiştir.
İnsana genetik devriyat dedik yani zamana ve mekâna sığmayan yaşam özü. Peki bu adlar Yunan Döneminde nasıl? Malum Yunanca M.Ö 1000 yılından M.S 1000 yılına kadar konuşulup kayalara kazınıp ürettiği kültürel değerler ciltlerce kitap olmuş, bilim adamı, filozof ve sanatkâr yetiştirerek medeniyet kurmuş. Kimdi bunlar? Neden dillerini M.S 1000 yılı sonrası Türkçeye evirdiler. Veya Karamanlılar gibi Yunanca konuşarak Türk adet ve geleneklerini devam ettirdiler?
Ne bileyim kim di ben kendi toplumsal kimliğimle kalıpanmışım başka kimliklerle bozulamam diyorsanız bunlar size küfür – deli saçması olarak gelebilir.
Addan gidelim biz Türkler günümüzden 2500 sene önceki bu yaşayanlara Yunan deriz. İo’dan İyon değil. İngilizler Grek diye bir sözcükle tanımlamışlar. M.Ö 9 YY’da Kıta Yunanistan ve Ege sahillerine farklı birçok kabile olarak gelerek Mısır Akdeniz ve Mezopotamya Uygarlıkları ile ilişki kurup yapılan ticaretle maddi manevi zenginleşip yerlerini Roma İmparatorluğuna bırakarak hiç yaşamamış gibi çekilip gittiler. Onlardan kalan sikke, figürlü bir testi veya heykele sahip olan bir statüye ve servete sahip oluyor.
Onlardan kalan ve hala günümüze etkisi süren Filozof Aristotales adı üzerine incelemede bulunacağım. Yapay zekaya bu adın etimolojisi üzerine araştırma yap dedim ve bana şu verileri sundu. Ben de bir Türk olarak sunulanı sentezleyip size sunuyorum. Bunun gibi onlarca ad üzerine benzer çalışma yapılabilir.
Aristo "en iyi", "en soylu", "mükemmel" demekmiş. Bu sözcük aynı zamanda "aristokrasi" (soyluların yönetimi) kelimesinde de bulunurmuş
Kavramsal derinlik olarak da Antik Yunan’da "Aretê" yani erdem kavramı, "Aristos" olanın insanda tezahürü olarak görülürdü. Dolayısıyla Aristo adı, felsefi olarak da "erdemin doruğuna ulaşmış kişi" gibi bir anlam çağrıştırır. Aristotales de ‘Telos’ ile arınan kişi
Yani sözcüğün kökü Türkçemizdeki ‘ar’ arı, arınmak, arlanmak, arsız, aynı kökten sözcüklerimiz.
‘Aristo’ arınmayı isteyen, arınmış. Ne ile telos ile. Telos ne? Telos, bir varlığın nihai amacı, içsel ereği anlamına gelir.
Arkhe ve Telos? Uzakta aramayın. Sözlük karıştırıp felsefe kitapları karıştırıp anlamsız söz yığınları arasında kaybolmanız gerekmez. Sadece Türkçe düşünün, kendiniz olun kendinizde bulun. İlk ortaya çıkan kendi özünüz Arkhe ‘arkanız’ genetik birikiminiz telos da dölünüz sizin içinizdekini dışarı dökecek tohumunuz peki nerde? Dönemsel adlandırma ile Telete’de tel-döl etinde yani mitokondiride. Sözün ete kemiğe büründüğü, eylemselliği gözlemleyen bilim adamlarının adlandırması ile ipliksi yapının (mito-kondri) konduğu yer.
Ne var bunda, tüm varlık böyle dünyaya gelmiyor mu derseniz? Evet biliyorsunuz. Geliyor ama neye evriliyor? Toplumsallığa. Daha ötesi? Toplumsallıktan bireyselliğe bireysellikten kendi özüne nasıl ulaşıp dönüşüm sağlayacaksın? Eylemsiz bilginin anlamsızlığının yanında insanı kendisi ve arkadaşı ile kavga ettirmekten başka bir faydasını gören varsa haber versin.
