ANTEP’TE MEYHANE KÜLTÜRÜ VAR MIYDI?
Bir süre önce “Rakı Ansiklopesi” ansiklopedisi yayınlandı. Sayfaları şöyle bir karıştırdım, karşıma “Aliyül ala Gaziayıntap Rakısı” etiketi çıktı. Etiketin üzerinde üzüm ve anasondan yapılmış yazıyor. Ayrıca “Güneydoğu Anadolu haritası var ve “haritada gösterilen Suriye hududu mıntıkasına mahsustur” diye kırmızı ile yazılmış bir de açıklama var. Pek hoşuma gitti. Daha önce böyle bir etiket veya rakı imalatından haberim olmamıştı.
Rakı ansiklopedisindeki Gaziantep maddesi, “Şehirde meyhane kültürü yoktur, ama...” diye başlıyor. Ve yazı şöyle devam ediyor: “Geçmişten bu yana rakı, erkekler arasında, evden hatta yerleşim yerlerinden uzakta, daha çok açık alanda, özellikle su kenarlarında içilmektedir.” Rakı ansiklopesinin Gaziantep maddesi için belli ki bir veya iki kişiyle konuşup, üstünkörü bir yazı yazmışlar. Hatta, şu yukarda yazdığım ifadenin kime ait olduğunu bile tahmin edebiliyorum, söyleyiş şeklinden...
Cümle, Geçmişten bu yana diye başlamasa bu yazıyı yazmayacaktım. Antebin/Gaziantep’in yaşadığı rakı, meyhane kültürü üzerine kitap yazılır... Yaptığım araştırmalarda, rakı içen; evde şarap yapıp içen azımsanmayacak sayıda kadına da rastladım. Bu kadınlar Cumhuriyet döneminden sonra olsa gerek... Bunlardan birisi çok sevdiğim bir arkadaşımın anneannesi... Anneanne rakı içerken –haftada bir kez en az!- Birecik’ten mıtırıp gelip, davul, zurna çalarmış... (Mıtırıp, Nizip ve Gaziantep yöresinde Çingene demektir.) Bir de Kilis’den gelip, Otelde kalıp, Maarif Kahvesinde akşamüzeri ince saz dinleyip, semaverle çay içenlere rastlamıştım. Bu, Kilisli gelin-kaynanaydı... Kaynana vefat etti, gelin ise 90 nına yaklaşıyor. Bana, bazen özellike kahvede kalıp, rakı servis edildiği saatlar da da oturmaya devam ettiklerini anlatmıştı.
Önce, şehirde meyhane kültürü ve meyhane varmıymış ona bir bakalım:
Gaziantep’te Sanat ve ticaret dalları isimli kitap, Hasan Remzi Çitçi ve Şakir Sabri Yener tarafından 1971’de yayınlanmış. İkinci baskı ise 1999’da Osman Nuri Tuzcu Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından yapılmış. Bu kitabın seksenbirinci maddesi “Meyhanalar” başlığını taşıyor. Kitaptan aynen alıyorum:
Meyhanalar: Rakı imalathaneleri, fabrikaları, rakı yapılan yerlere “meyhana” denirdi. Bu işle Ermeniler uğraşırdı. Kelleci Pazarı yanında ve Balıklı taraflarında birkaç meyhana vardı. Gaziantep savaşından sonra Müslim Ağa bir rakı Fabrikası kurmuştu. Taze üzümden çıkarılan rakı; şişelerin üzerine yapıştırılan haritada gösterilen güneydoğu il ve ilçelerinde tekelin diğer yerlerde çıkardığı rakılardan daha ucuza satılır ve haritada yazılı yerlerin dışında kaçak sayılırdı. Bu fabrika sonra tekele geçmiştir. Hasan Remzi Çitçi.
Meyhane kültürü yok denilen şehirde, meyhanecilik bir meslek dalı olarak ele alınmış... Ve meyhane adresleri de verilmiş. Kelleci pazarı yanındaki meyhanelere çocukluğu o civarda geçen Mitat Enç değinmiş; Balıklı tarafındaki meyhanelerden ise Şakir Sabri Yener ve Cemil Cahit Güzelbey yazılarında bahsetmişler. Aynı bölgede ki “gom bıyık” ın meyhanesini ise bugün yaşı seksen civarında olan Antepliler hatırlıyor.
Mitat Enç’in “Uzun Çarşının Uluları” isimli kitabında çizdiği tiplerden birisi Berber Hüseyindir. Berber dükkanı Saraç pazarından sonra başlayan yokuşun köşesindedir. Berber Hüseyin, sürekli tebessüm eden içkiden kızıllaşmış burnu ile ahmediye sarıklı fesini daima geriye iten ve gömleğinin birkaç düğmesi açık gezen birisidir.
Çarşı esnafı henüz sabah ekmeği yediği saatlerde Hüseyin Usta “Ya bismillah” diyerek çırağını Şaraküstü yolundaki Ermeni meyhanelerine gönderirmiş. Çırak, yatık denilen şişeyi rakı ile doldurtur dökülmesin diye de ağzına mısır koçanını tepermiş. Rakısını iki badem şekeri ile içen Hüseyin ustaya çiğ köfte veya cartlak kebabıyle içmeye alışkın olanlar takılırmış, o da: “Oğlum rahı keyf için içilir... İşgenbe doldurmaya değil” dermiş.
Her iki yazar da meyhane yeri olarak, farklı anlatımla aynı bölgeden bahsediyorlar... Bu öyküde Berber Hüseyin rakı içmenin felsefesini iki cümle olarak çok güzel özetliyor.
Mitat Bey, aynı kitaptaki “Köse Hafız” isimli öyküsünde şöyle bir cümle yazmış: “.... Fakat ayak kalfalığından çok edindiği hayta ahbaplarla içkili sahrelere, Kemikli Bedesten karşısındaki Ermeni meyhanelerine gidip gelmeyi öğrendi.”
Burada da aynı meyhaneleri de daha farklı tarif etmiş. Bize, kelimelerle harita çizmiş adeta...
Uzun Çarşının Uluları isimli kitap da çok ilginç bulduğum bir öykü de hem berber; hem saki; hem de zenne olan “kız ali”. Kız Ali’nin dükkanında otururken ve çarşıda gezerken gözlerine sürme çekmesi, yüzünü pudralaması hiç yadırganmıyor. Hatta, şansız bir cinayete kurban gittiğinde de şehrin en ileri gelenleri geliyor cenaze törenine...
Kız Ali, ağızlarında mısır koçanı tepili binliklerin içindeki zıkkım boğzalarından geçmeye başlayınca azan yeni yetmeleri pek sevmezmiş... Mitat Bey, Kız Ali’nin sakiliğini ve ilk kez rakı içenlerin ıstırabını da çok güzel anlatmış: “... Kız Ali, bu gibi meclislere daima götürdüğü küçük kürsüsüne kurulmuş, binliği de yanı başına yerleştirmişti. Sonra koyun cebinden pırıl pırıl yanan ufacık bir tas çekti. Binlikten boşalttığı yudumları sofra çevresinde bağdaş kuranlara sırayla geçirmeye koyuldu. Gençlerden acemileri tası dudaklarına yaklaştırırken gözlerini sıkı sıkıya kapıyor ve baldıran zehiri çekermişçesine birden ağzına boşaltıyor, kızarıp allak bullak oluyor, tası uzatırken öteki eliyle sofradan birşeyler kapıp ağzına tıkıştırıyordu.”
Suburcu’da bulunan tonozlu yapısı nedeniyle “kaplı” olarak anılan içkili lokantayı tarif ederken, Mitat Bey, “kaplı meyhane” derken; Cemil Cahit Güzelbey oradan “kaplı kahve” diye bahsetmiş. Mitat Bey’in “kendini arayan adam” isimli öyküsünün kahramanı Hamo için “ bir akşam kaplı meyhaneye girdi, yarım topak yuvarlayıp yatışmanın yolunu aradı sahanın dibindeki maydanozlu cacığı sıyırdı”diyor.
Buradan kendime vazife çıkarıp size o zaman kullanılan şişeleri Ömer Asım Aksoy’un “Gaziantep Ağzı”nda tarif ettiği gibi yazacağım:
Yatık: 1900 lerin başında urup kiloluk yassı rakı şişesine verilen ad.
Topak: urup kikoluk bir şişe rakı.
Binlik: Bir kilodan fazla sıvı alan şişe.
Urup, çeyrek demek biliyorsunuz. Demek ki yatık ve topak çeyrek litre civarında rakı alıyordu. Her üç şişenin de defalarca kullanıldıkları için kapakları olmadığı, ağızlarının mısır koçanı ile kapatıldığını da tekrar yazayım.
Gelelim Anteplilerin nerelerde rakı içtiklerine... Şakir Sabri Yener, Gaziantep Kültür Dergisinin 1960 Ekiminde yayınlanan III. Cildinin 221 inci sayfasında şöyle anlatmış:
Güneş Gediy, Meneş Gediyy
....... Emirgan ve Kızılay binalarının bulunduğu yer o zaman Alleben gazinosu idi. Saza hergün akşamdan üç saat önce başlanır, akşam ezanı son verilirdi. O zaman elektirk olmadığı için sarhoşların gece karanlığında dağılıp hadise çıkarmamaları için bu inzibati bir tedbirdi.
Alleben gazinosunda saz dinlemeye ve içmeye gelenler ehl-i keyf, çayırlar ve çimenler üzerine serilmiş kamış hasırlar, ya da hasırlı küçük iskemleler üstüne dof dof otururlar, serin söğüt gölgeleri altında, kevser sulu pınarlar başında, Allebenin beyaz kumlu gümüş deresi kenarında içerler,içerler, içerlerdi. Bizim evimiz de bu gazino yakınlarında olduğu için ben de geride bir yere söykenir, dinler seyrederdim.
Güney batmaya yaklaşınca gazino garsonları avaz vaz bağrışmaya başlarlardı: “deyn babam davranın, güney gediyy, Meneş gediyy diyerek içkilerini çabuk bitirmelerini ihtar ederlerdi.”
Meneş, ince saz icra eden ve keman, kanun ve darbukadan oluşan bir saz heyetinin lideridir ve Ermenidir.
Mustafa Güzelhan’ın Aralık 1965 te yayınlanan Kültür dergisinin VIII. Cilt, 271 inci sayfasında Fındıklı ve Maarif Bahçesini ve Antep’deki ilk kulübü anlattığı çok güzel bir yazısı var. Yazıyı çok kısaca özetlemek istiyorum:
Suburcun’da eski Postanenin karşısında çok güzel bir karakol varmış. Bu karakolun bitişiğinde kurulmuş ilk kulüp.
Fındıklı bahçesi ise bugün üzerinde Atatürk heykeli olan Maarif deki meydandaymış. Burada bir sahne varmış. Sahnede saat 17.00 den itibaren ince saz çalarmış. İşinden çıkan Antepliler burada rakı içer, müzik dinlerlermiş. Ünlü sanatçı Hamiyet Yüceses’de burada sahneye çıkmış. Maarif Bahçesi ise, Fındıklı Bahçenin karşısında yani bugünkü Keyvanbey Pasajının yerinde imiş. Orada da aynı şekilde ince saz varmış. Saz akşam üzeri başlarmış.
Eveeeet, meyhane kültürü, rakı kültürü buradaki yazdıklarımdan çok daha fazla. Şiirlerini çok sevdiğim Çiftçi Zeki Savcı’nın, rakı ve Anteplinin rakı kültürünü özümsemesini anlattığı şiirden birkaç mısra vererek bitireyim yazdıklarımı.
Çok Sevdiğim Gaziantep ve Antep’lilere
...
Vadiler üzüm, dağlar üzüm, bağlar üzümlü
Gül renkli şaraplar, hele dursun fıçılarda
İçmekle doyulmaz, rakının lezzeti başka;
Antepli dedinmi, ünü taa Avrupalarda!
Olgunlaşır içtikçe o, bedmestliği bitmez
Centilmen olur, sazda, balolarda ve barda
.....
Zeki Savcı Gaziantep Kültür Dergisi Cilt 2 Sayfa: 30
Rakı kültürünü yazmaya devam edeceğim...