HACI’NIN PASTANESİ

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

05:30 gibi havalanında ol. 07:30 gibi uçağa bin. Kahvaltı yap, in kiralanmış arabanın işlemlerini yap, oteli ara bul, arabayı garaja götür ve aradan geçen 8 saatta tabii ki acıkıyor insan.
Otele valizleri koyar koymaz hemen kendimizi dışarı atıp, rastgele sokaklara dalıyoruz. Daha önce yazmıştım, Selanik’te Aristo meydanı civarında kalıyoruz, şehrin otantik kalbi de orası zaten. Lokanta da, kafe de, esnaf lokantası da hepsi bu civarda.
Aristo meydanının tam ortasında bir Turizm enformasyon ofisi var. Büroda görev yapan adam pek birşey bilmiyor ama, bize sunduğu broşür ve haritalar harika... Ona bakıp, şık kafe ve lokantaların sokağı hemen buluyoruz. Eşim, muhteşem yön duyusuna ve iyi lokanta özsezisine sahip birisidir. Bir tavsiye olmadan, onun önsezisiyle gittiğim tüm lokantalar iyiydi. Eşimin duyargaları Selanikte de onu yanıltmadı! Çok hoş bir kafeye oturduk. Biralar, soğutulmuş bardaklarda ve pek şık geliyor. Biz, bölerek bir birayı üç kişi içtik, pek de hoşlandık. Yemekleri ben seçtim. Merak ettiğim yemekleri ısmarlamam konusunda zaten anlaşmıştık. Mönüde, yemeğin içinde ne olduğu yazdığı için seçimimi yaparken hiç zorlanmadım. Önce, iki çeşit salata söyledim. Birisi, çeşitli domates türlerinden oluşuyordu, içinde kuru domates de vardı, gerçekten lezzetliydi. Bu arada, bize sevis yaparken birkaç çeşit gayet kaliteli ekmek ve yanında zeytinyağı geldi. Ekmekler gayet lezzetli, zeytinyağları bütün duyularıma hitap eden, ağzımda kalıcı tad bırakan pek yaman bir şeydi. Üç günlük gezimiz sırasında her gittiğimiz lokantada zeytinyağları kayda değer nefasetteydi.
Diğer salata, mevsim yeşilliği ve kızartılmış Hellim peynirinden oluşuyordu. Hellim peynirinin tuzu yok denecek kadar azdı ve ızgarası tam kıvamına yapılmıştı. Şu peynirdeki tuz oranını düşürdükleri için Avrupa Birliğine ne kadar şükran sunsak az olur. Acaba ben ölmeden, Türkiye’de de az tuz konulmuş peynir yemek kısmet olacak mı? Tuz oranı düşük olunca, ne yediğinizin farkına varıp, peynirin tüm lezzetini de algılayabiliyorsunuz.
İsmini maalesef hatırlayamadığım bu kafede yediğim bana çok değişik gelen yemek, ekşi elma ve soğanla pişirilmiş sığır ciğeri idi. Sakatat ve ciğere hiç meraklı değilim, ancak zorunlu olursa yerim. –Amerika’da son yapılan araştırmalara göre, hayvanın iç yağı dahil olmak üzere yenilebilen organlarını; kelle paçasını yememiz sağlığımız açısından çok önemli. Hatta, kemik suyu içmemek ciddi kemik hastalıklarına neden olabiliyor.- Evet, ekşi elma ve arpacık soğan ciğere çok yakışmıştı.
Kafe’de doymuş, azıcık bira içmiş, yediği yemekten pek hoşlanmış bir insan olarak otururken davul zurna sesi duydum. Hoppala, bu nereden çıktı şimdi? Diye düşünürken ayağa kalkıp, az ilerdeki davul ve zurnacıyı gördüm, fotoğraflarını çektim. Ben fotoğraf çekince bizim yanımıza geldiler. Tarzanca dahil hiç bir lisanda anlaşamadık! Derken ben Türkçe birşey söyledim. “Offf Abla ya, niye baştan Türkçe konuşmadın?” dedi. Meğer Gümülcineli Türklermiş, hayatlarını davul zurna çalarak kazanıyorlarmış. Bizden para istedi. Henüz geldiğimizi ve yanımızda bozuk para olmadığını söyledim, anlamak istemedi. Bütün ceplerimizi, çantamın derinini karıştırıp bir Avro bulduk, onu da beğenmedi. Bir yerlerden daha 2 Avro bulup, konuyu kapattık! Bu arada, yol arkadaşlarımdan kırıcı olmayan küçük azarlar işittim: “Ayfer, dakka bir, gol bir! Neden davulcunun ve zurnacının fotoğrafını çekiyorsun, fotoğraf çekince para isteyecekerini bilmiyor musun?”
Özlemaki –Girit asıllı arkadaşım- Selanik’te Hacı diye bir tatlıcı olduğunu ve oraya mutlaka gitmemizi önermişti. Ben, Selanik’e gidince bu olayı tamamen unuttum tabii... Dondurma yemek söz konusu olunca, dondurması aklıbaşında görünen çok güzel bir pastaneye oturduk. Mönünün üzerindeki yazıyı okuyamadığım için, garson kıza: “bunu nasıl okuyorsunuz?” diye sordum. “Hacı” cevabını alınca tavsiye aklıma geldi... Mönüde sahibinin İstanbul’un dar sokaklarındaki imalathanelerde öğrendiği tatlıcılığı Selanik’e nasıl taşıdığı yazılı. “Tarçın kokusu, ağdalı şurup, kadife gibi krema, dolgun hamur ve daha birçok malzeme sevgi ile karışıp, sizi bir zaman yolculuğuna çıkarır” diye de ilave etmişler. Selanik’deki tek sütlü tatlı servis eden, dondurma çeşidinde zengin ve göz dolduran mekan Hacı’nın pastanesi. Birçok tatlı ve dondurmanın da ismi Türkçe zaten.
Lokma, artık bizim İstanbul’da pek göremediğimiz başka bir tatlı ismi. Selanik’te yine ailesi Türkiye’den gelmiş bir lokmacı görünce kilo problemimi unutup hemen daldım! Daha doğrusu uzun bar sandalyeleri koyduğu dükkanın önündeki mekana tünedim! Büyük bir dikkatle biz ısmarlayınca usta elleriyle ekşimiş biraz da cıvık hamurdan minik parçalar koparıp, parmaklarıyla şekil verdikten sonra hafif ısınmış yağa atışını izledim. Bir taraftan da tarzanca bilgi aldım. Baba tarafından büyükannesi Trabzon civarındaki bir köyden Selanik’e gelmiş. Lokmacılık baba mesleği imiş filan... Lokmalar kızarınca üzerine kıvam döktü, dövülmüş ceviz ilave etti ve bize sundu. Harika bir tadı vardı, taze lokmanın...
Gittiğimiz tüm lokanta ve kafeler çok temizdi. Servis yapanlar son derece terbiyeli ve saygılıydı. Mekanlar çok geniş olmadığı, fazla masa bulunmadığı halde, sadece bir tane garson olduğu için ısmarladığınız yemeği uzun bir süre beklemek durumunda kalıyordunuz. Kimisi baştan akıl edip,su ve zeytinyağı ekmek servisi yapıp, sizi bir süre onunla oyalamayı başarsada genel olarak servis işi yavaş akıyordu Selanik’de.
Daha önce yazmıştım, Selanik’e giderken lisan konusunda hiç çekinmeye gerek yok. Türkçe söyleyince çoğu insan anlıyor ve yardımcı olmaya çalışıyor.

HACI’NIN PASTANESİ