MARKO POLO
Küçük bir pazar yeri
çocuklar meydandaki güvercinlere yem veriyor
yemiş sepeti
Adriyatik sahillerindeki Hırvatistan’da çok ada bulunduğunu daha önce yazmıştım. İşte bu adalardan birisi de ünlü gezgin Marko Polo’nun doğduğu kabul edilen Korcula adası. (Korçula okunuyor)
Korcula adasına gitmek için çok dik bir yamaçtan sahile iniyorsunuz. Orada tarifeli seferler olduğu gibi, özel tekneler de var sizi otuz dakika süren bir yolculukla Korcula adasına götürüyorlar.
Korcula adası oldukça mütevazı bir yer. Adanın doğası çok güzel, gayet güzel lokantalar da bulunuyor. Bunlardan birisine, bir otelin lokantasına gittik. Balık çorbası, balık ve salata yedik. Burada bir kez daha anladım ki, biz Türkiye’de balık pişirmesini bilmiyoruz! O balık çorbasının tadını unutamıyorum... Yediğim balığın tadı da hiç aklımdan silinmeyecek... Lahana salatasını da unutmayacağım.
Nitekim döner dönmez yaptım ve çok da başarılı oldum. Bizdeki en makbul balık pişirme yöntemlerinden birisi, balığı una bulayıp kızgın yağda kızartmak. Özellikle küçük balıklar için bu yöntem çok geçerli. Hırvatistan’dan dönüp, ertesi gün Ayvalık’a gittik. Ünlü bir balık lokantasında çıtır çıtır kızartılmış tekir yedim. Hırvatistan’da damağım gerçek balık tadını tanıdığı için, çıtır çıtır tekirden orada aldığım tadı alamadım. Tekir lezzetli bir balıktır. Hafif una bulanıp kızartılınca da gevrek oluyor tabii... Ama ne oluyor? Kızgın yağa giren balık bence lezzetini kaybediyor ve gevrek başka bir yiyecek oluyor. Deniz ürünleri bol olduğu için gittiğimiz her yerde balık ve diğer deniz ürünlerini yemeği tercih ettik. Değişik lokantaların hazırladıkları balıkların hepsi de çok lezzetliydi.
Adada, çok ilginç ikona ve tarihi eserlerin olduğu küçük bir müzenin yanısıra Marko Polo’nun evi var. Bu evde Polo 1254 yılında dünyaya gelmiş. Ailesi tümüyle tüccarlardan oluştuğu için, Marko ticaretin içerisine doğmuş. Hayatı boyunca çok seyahatlar yapmış; rivayete göre Cenova’da bir nedenle esir düşmüş. Bu esaret yılları sırasında seyahatlerini ve anılarını yazmış. Günümüze intikal eden bu notlara göre, Çin’e gitmek üzere kendisine bir rota çizmiş. Akdeniz’in doğusuna dümen kırıp, Ayas’a gelmiş. Doğu Anadolu’ya yönelmiş, Ani kentinden geçip, doğuya doğru seyahatine devam etmiş.
Tüm turunçgillerin Çin’den geldiği ve Akdeniz kıyılarına çok uyum sağladığı biliniyor. Bir rivayete göre bu meyvelerin fidanlarını Akdeniz’e Marko Polo taşıdı... Kimine göre, Polo Çin’den erişteyi ve dondurmayı da batıya taşıyan insandır.
Bazı kaynaklar, Marko Polo’nun hiç bir zaman Çin’e gitmediğini iddia ederken bazıları da babası Nicolas ve amcası Maffeo ile Ayas’a geldiklerini ve Çin’e buradan gittiklerini yazar.
Marko Polo’nun hikayesine gelince... Polo, 1254-1324 yılları arasında yaşamıştır. 17 yaşında iken eviden ayrılıp, dünyanın öbür ucuna doğru yolculuğa çıkar. Gittiği yer, Polo’nun hayatını değiştirdiği gibi, Avrupa’nın da geleceğini değiştirecektir. Gerek kendisinden önce yapılan yolculuklar, gerekse onun yaptığı yolculuklar, haritaları değiştirmiş; bitkiler, yiyecekler dünyanın bir ucundan diğerine taşınmış ve böylece gerek geride bırakılan, gerekse ulaşılan kültürler etkilenmiş ve değişmiştir.
Gerçeğe bakarsanız Marko Polo’nun ait olduğu onüçüncü yüzyıl Orta Avrupası gerek teknik, gerek kültür yönünden dar, sınırlı olanaklara sahip ve fakir bir topluluktu. Halbuki Polo’nun Doğu’da bulduğu ortam inanılmaz zenginliğin, bilgi birikiminin olduğu, keşiflerin yapıldığı, teknolojinin geliştiği, kültürün ve felsefenin çok ilerlediği, özet olarak yerleşik ve ileri bir medeniyetin var olduğu bir ortamdır. Hani, yediyüz küsur sene sonra bugünle kıyaslarsak, “ayın karanlık yüzüne inmek” ile eşdeğerdir.
Marko Polo’nun yazdığı ismi II Milione olan kitap, dünyada incilden sonra en yaygın satılan kitap olmuştur. Polo, yirmibeş yıl süren gözlem, keşif, birikim ve Doğu’daki hanlara, imparatorlara ettiği hizmet sürecini yazdığı kitapda topladı. Yazılar, kendi öldükten yüzyıllar sonra Avrupalı kaşifleri, tüccarları, savaşan askerleri etkiledi.
Marko Polo, sönük ve gelişmelerden bihaber Orta Avrupa’ya döndüğünde keşfettiği doğunun zenginliğini, bilgisini ve kültürünü getirmişti. Polo’nun kitabının sayfaları, doğunun kendisine özgü yaşam biçimini, ilmini, buluşlarını anlatıyordu. Marko Polo kitabında Çin’de kağıt para kullanıldığından ve kömür yakıldığından bahseder. O yıllarda Orta Avrupa’da ısınmak veya sanayi de kullanılmak üzere kömür bilinmemektedir. İşte Marko Polo öldükten yüzyıllar sonra, Doğu’nun her türlü zenginliğini yasaklı Avrupa’nın heryerine yaymış ve belki de Avrupa’daki yenilik hareketi rönansansın yayılmasına neden olmuştu.
Ayrıca, Marko Polo’nun bu cesareti ilerideki yüzyıllarda Cristof Colomb gibi kaşiflere de örnek olmuş ve onları cesaretlendirmiştir.
Korcula adasından ayrılmadan önce motora bineceğimiz limanın yakınında bir kafede çay içtik. Çay tabi poşet çay olarak yapılıyor, bizdeki gibi değil. Baktım, çay cam fincanda geldi. Yanında da bir paket bal ve geniş bir dilim limon var. Demek ki bu böyle içilecekmiş dedim. Balı çayın içerisine boşalttım. Üzerine de limon sıktım, biraz karıştırdım. Daha önceki senelerde limonlu bal şerbeti içmiş ve çok hoşlanmıştım. Ama o soğuktu tabii... Üfüre üfüre içmeye başladım ballı çayı. Bal, limon, çay birbirleriyle o kadar yakışmıştıki ancak bu kadar olur... O bardağı büyük keyifle içtim. İkinci bir bardak ısmarlamak için vakit yoktu. Ancak şimdi sıra geldi, az sonra çayıma bal koyup üzerine de limon sıkacağım!