Ne yüzle?. .
Aaaah!.. Ahhhhh!.. Ah ki, ah!.. Aklımız ne zaman başımıza gelecek?
Niçin kendimizi toparlayamıyoruz?
Neden kendimize dışarıdan eleştirel gözle bakıp, nasıl bir görüntü verdiğimizin yorumunu yapamıyoruz?
Kendimize güvenimiz mi bitti, yoksa?
Ayna önüne geçip görüntümüze bakacak özgüvenimiz de yok.
Böyle durumların sonucudur, ortadaki suçu başkalarını üzerine atmak...
Mazeret üretmek...
Suç/kabahat kürkünü giymemek...
Her ne kadar siyaset yazmayı sevmesem de, sonuçta siyasetçinin ürettiği sorunlar sarmalı hepimizi yakından ilgilendirdiği için zorunlu olarak dönüp dolaşıp bu alanın kısır çekişmelerini yazmak durumunda kalıyorum.
Bu yazım da öyle.
Ülkede siyaset yapmak en kolay iş oldu.
Dahası siyaset anlayışı ucuzladığından kimileri bu alanda ötmeyi hüner sayıyor kendilerine...
Herşey Ankara'da karara bağlanıyor. Karar orada veriliyor ya, siyaseti diline dolayan çoğunluk da yönlendirici liderlerini dillerinden düşürmüyorlar bu nedenle.
Bunun sonucu ülke genelinde "Ankara beklentisi" oluşuyor.
Sanki, yerelin her sorununu Ankara'daki liderler çözecek.
O zaman yerel yönetim birimleri ne güne duruyor?
Yani, yerel siyasetçilerin pabucu dama atılmış olmuyor mu bu durumda?
İşte böyle bir anlayış ya da tutum yüzünden siyaset algısı sıradanlaşıyor, yerel siyasetçilerin görüşü önemsenmiyor.
Bunun sonucundan da en çok demokrasi etkileniyor, kocaman bir güvensizlik ortamı oluşuyor böylece.
"Doğru" konusunda farklı algı oluşuyor yurttaşlar arasında.
Geçen yazılarımda da vurguladım; kökü olmayan ağaç ayakta durur mu?
Ankara'da kendi anlayışlarına göre demokrasi tezgahı kurup ülke sorunlarını tartışan anlayış; bu tutumlarının "örnek" olup-olmadığını düşünmüyorlar anlaşılan.
O zaman, demokrasiye inanmış saf duygulu yurttaşın aklına "-Ya, bunların hangisi doğru söylüyor?" sorusu gelse haksızlık etmiş konuma mı düşer?
"Doğru" için her gün atışma, kavga mı olur?
Niçin bitmez bu?
Böyle bir ortamda siyaset yapmanın yararı da düşünülmeyince; o zaman "bildiğini okuyor" havaları oluşuyor kendiliğinden.
Herkesin bildiği, kendine göre doğru...
Oysa, tek "doğru" var, bilinir.
Toplumun "doğru" algısında farklılık yaratan siyaset anlayışı devam ettiği sürece demokrasinin gelişme olanağı oluşmuyor/oluşmayacak bu gidişle...
Çıkış yolu, ülkenin hangi badireleri aşarak bugüne geldiğini toplumsal anlamda kavramaktan geçiyor.
Cumhuriyet ve demokrasinin oluşumunu tartışmanın anlamsızlığını ortada...
Buna karşın; bireylerin çoğunluğunun üzerinde titrediği Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının karşıtı odakların varlığı üzücü bir manzara yarattığını üzülerek belirtelim.
Ne yazık ki son zamanlarda kimi şaşkınlar TC'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü aşağılama/karalama yarışı yapıyorlar.
Bu ülke adına çok üzücü bir manzara...
Ne dersiniz, böyle bir manzara karşısında hangi özgüvenle ayna önüne çıkılır?