Bekleyip görenler
“Hele dur bir bakalım, ne olacak!” diye beklemeyi harekete geçmeye tercih eden yöneticiler oluyor. “Sabreden derviş muradına ermiş,” sözüne güvenerek sabrederek istediklerini elde edebileceklerini düşünüyorlar. Bekleme sonuçta ertelemek, gecikmek, sürüncemede bırakmak, ağırdan almak, tehir yapmak ile eş anlamlı. Bu işaretler ciddi bir hastalığı gösteriyor.
Bu hastalık çok sâri. Geciken iş daha da çok gecikmesin diye, işi yapana başka ek iş verilemediği için verimlilik düşüyor. İş geciktikçe, o işin yapılması gerekçesi ortadan kalkabileceği için boşa fazla zaman harcanmış olabiliyor. Gecikene bir acıma duygusu ile bakılacağı ve acınacağı için mağdurum mağdur rolü oynama alışkanlığının yaygınlaşmasına yol açıyor. Geciken, işin bitirilme sorumluluğunu işin yapılması talimatını veren kişiye atarak, o kişiyi zor duruma sokuyor. Gecikme halinde, hele mükerrer gecikmeler olduğunda, heves kayboluyor, ilk beklenen kalite seviyesine ulaşılamayacağı peşinen kabul ediliyor. İşte aşırı seviyede uygulanan Bekle, gör politikasının yaptığı bazı tahribatlar bunlar oluyor.
Öte taraftan, en güzel ifadesini "Dur hele bir bakalım," ibaresinde bulan erteleme yeterince itibar edilmeyen bir yönetim aracı. Bir konuda karar vermekten kaçınma hali. Erteleme şekilleri arasında en makbul sayılanlar işi bir komisyona havale etmek, danışmanlardan mütalaa almak ve yoklama macunu çekmek yer alıyor.
Tabakhaneye yetişmek gerekmiyorsa, çabukluk bir üstünlük sağlamıyorsa, daha fazla bilgiye ihtiyaç varsa, dar bir alanda elde yeterli kaynak olmadan yakalanma ihtimali varsa, kuluçkaya yatmak gerekiyorsa, yorgun, asabi, hasta isen, kafanı toplamakta zorlanıyorsan, konu ayrıntılı araştırma gerekiyorsa, şartlar iyileşme eğilimi gösteriyorsa, karşılıklı kaybetme durumu varsa, karşı taraf kabule hazırlıklı değilse, geriye dönüş zor veya yoksa tahmin yürüterek canlı kalmak mümkün değilse, en önemlisi içinden bir ses “Bekle,” diyorsa, beklemek daha iyi bir yol olabiliyor.
Erteleme kararı için dertlenmeye gerek yok. Hiç olmaz ise kimse size “Maçtan zaman çalıyor,” diye sarı veya kırmızı kart göstermeyecektir.
Ertelemeye kılıf uydurmak kişinin mazeret üretme kapasitesine doğrudan bağlı –
“Çok sayıda kişiye akıl danışacağım, zaman gerekli,” denebilir. Her adımda ayak sürülebilir; her şey beklemeye alınır; diğer şeylerin aniden önceliği oluşur; epeyce uzak bir karar tarihini açıklanabilir; istihareye yatılabilir; ehlinden hukuki mütalaa istenebilir; “Dava sürüyor konuşamam..., Başka bir kararın sonucuna bağlı..., Geziye çıkıyorum, dönünce karar vereceğim..., Hastayım, hele bir iyileşeyim..., Herkes bilgi sahibi olana kadar beklemeye aldım...” denebilir.
Bu gerekçeler iyi olabilir ama bir de işler kötüye gider, sarpa sararsa, kararsız damgasını yemeye hazır olmak gerekebilir.
Erteleme bir alet, çok kullanınca yalama olabiliyor veya huy haline gelebiliyor. Hatta zaman geliyor bir kraliyete bile mal olabiliyor...
At nalı çivisi [i]
Çivi çıktı, nal düştü; nal olmayınca, at durdu; at durunca, binici yaya kaldı; binici yaya kalınca, muharebe kaybedildi; muhabere kaybedilince, krallık elden gitti; hepsi bir nal çivisi yerinden çıkınca oldu...
Sanal piramitlerde ücret karşılığı çalışana, personel, eleman, işçi, memur, aylıkçı, amele, ırgat, hizmetli, maraba, ecir, müstahdem, çalışma arkadaşı, en kıymetli kaynağımız[ii] gibi isimler veriyoruz. Kimi zaman gazete ilanlarında da iş ortağımız gibi, hayali bile cihana değecek, ibarelerine rastlanıyor. Çalışana ne isim verirsek verelim asıl olan çalışanların kalibresi yani vasıfları.
[i] Büyük bilim ve devlet adamı Benjamin Franklin tarafından söylenmiştir.
[ii] Bizim piyasada şimdi çok moda olan “En kıymetli kaynağımız insanlarımızdır,” dizesini ilk kez 1975 yılında staj yaptığım Phelps Dodge şirketinin Los Angeles Boru Fabrikası yöneticilerinden duymuş, MBA tezimin giriş bölümünde belirtmiştim.