Yukarısı
Kocaman sesli seçkin bir sözcükle ifade edilen, adına liderlik denen, kimine göre beşikten edinilen, kimine göre kabullenilmiş, kimine göre de hikmetinden sorgu sual edilmez üstünlüğün yönetim ve organizasyon yazımında incelenmesinin tarihi pek eski sayılmaz.
Son yıllarda alışkanlık kazandığımız için, yadırgamadığımız kendini liderliğe yakıştıranlarla, bazılarını liderliğe yakıştıran yandaş, yardakçı kişilerin verdiği beyanatları cümle toplum için ibret verici buluyorum.
Ne demezsin? Her gün toplumun karşısına “Ben liderim!” imajı vermeye çalışan kişiler bir yığın imitasyon inciyi ardı ardına diziyor – “Bir kısım medya yaptı... Bana komplo kurdular... Ne olmuş yani yardım etmişlerse... Ben söylemedim, uydurmuşlar... Kaset montaj... Fasa fiso yapıyorlar... Rantiyeci medyanın işi... Önce ihbar edip sonra haber yapıyorlar... İftira atıyorlar... Reyting için beni kullanıyorlar... Benim adımı kullanmışlar... İspat edin derhal (şuradan buradan) istifa edeyim... Oradan tesadüfen geçiyordum!”
1970'li yıllara kadar kontrol yani çalışanlara “Benim dediğimi yap, gelip bakacağım,” modası vardı. 1980’li yıllarda liderlik yani “Bak, sana nasıl yapılacağını göstereyim”; 1990’lı yıllarda ise mentorluk yani “Senin iyileşmeni, ilerlemeni sağlamak için ne yapabilirim?” modası yaşandı. 2000'li yıllarda ise kanımca supra-liderlik yani “Kendi kendinin lideri ol,” çağı yaşanacak.
Kontrol döneminde çalışan kendini savunurdu. Bu nedenle o zaman yazılanlar hep savunmacı bir üslup ile ifade edilirdi. Liderlik döneminde “Beni örnek al, rahat et!” üslubu vardı. Mentorluk halinde ise “Kendi kendini sorgula!” yaklaşımı gelişti. Supra-liderlikte ise “Önce kendi vicdanına hesap ver. Hesabı kendine veriyorsan zaten başkasına hesap vermekte zorlanmazsın,” yaklaşımı var.
Yaşasın hesap verilebilirlik ve saydamlık...