Kavrama
Hımmm...
Derste hocanın ağzından “Leb...” sözü çıkar çıkmaz, daha sözünü bitirmeden öğrencinin biri hemen atılır - “Leblebi diyecektiniz değil mi, Hocam?”
İkinci öğrenci hemen kendini göstermek için laf altında kalır mı - “Arkadaşım yanıldı, siz Lebalep (içi tıka basa dolu) demek istediniz değil mi?”.
Hoca içini çekerek, her iki hızlı öğrencisine yanıt verir - “Her ikiniz de yanıldınız. Ben ‘Leb-i derya (deniz manzaralı) diyecektim.“
Hızlı intikal gösterenleri seviyoruz. “Hemen kaptı, çabuk anladı, uzun söze gerek kalmadı,” gibi karşı tarafın algılama hızından övgü ile bahsederiz. Ancak bu davranışımız karşı tarafı daha atak hale getirir ve yanlış algılamayı sürdürür.
Algılama bir zaman fasılası içinde meydana gelir. Bu zamanın bir kısmında ne olup bittiğini anlamakla geçer. Anlayana kadar olan kısımda derin bir sessizlik içinde umursamazlık tavrı sergilenir. Ne zaman ki can yanar o an ses ayyuka çıkar. İşte bu canın yandığı an olayın ucu dokunmuş ve önemi kavranmıştır; bu ana ayma anı denir.
Üç kere...
Bir espri yapıldığında üç kere gülündüğü söylenir – Biricisi “anlatıldığında”; ikincisi “açıklanınca”; üçüncüsü “anlayınca.”
Vatandaş da herhangi bir şeyi üç kerede anlar - İlk kez “TV de seyredince – gazetede okuyunca – radyo da dinleyince.” ikinci kez “Arkadaşları anlatınca” ve üçüncü kez “Cezayı yiyince.”
Bireyin, dünyanın anlamlı bir resmini yaratmak üzere bilgi girdilerini seçmesi, organize etmesi ve yorumlaması çevrimine algılama adı veriliyor. Kısaca beş duyu aracılığıyla nesne, insan ve olaylara anlam verme işi algılama diye geçiştiriliyor.
Algı, insana dünyasını kurduruyor yıkıyor; mutlu ediyor kederlendiriyor; cennet ediyor cehenneme dönüştürüyor; velhasıl türlü türlü yönlendiriyor.