Bühtan ile imtihan
Türk filmlerinde benzerlerini çok gördüğümüz bir sahne vardır:
Kadın oyuncu eve girer, sevgilisi kalbine saplanmış bir bıçak ile yerde kanlar içinde yatmaktadır.
Kadının bıçağı kalbinden çıkarmasıyla odaya polis ve diğer ev halkı girer.
Masum karakterimiz elinde kanlı bıçak ile öylece kalakalır.
Ne kadar kendini savunmaya kalksa da “katil odur” artık!
Başlangıçta, kimseye katil olmadığını ispat edemez. Ama filmin sonunda kim iyi kim kötü hepsi ortaya çıkar mutlaka!
Bizim şark siyasetimiz de tıpkı bu sahnede olduğu gibi bir plato üzerine inşa edilir.
Her şey en ince detayına kadar planlanır ve “mevzileri korumak” üzerine kurulu siyaset anlayışı her daim galip gelir.
Habil ile Kabil zamanından beri süregelen ve kıyamete kadar da sürecek olan insan oğlunun en büyük mücadelesi tam olarak budur:
İyi ve Kötü’nün mücadelesidir bunun adı!
Benzerleri her gün ve her yerde yaşanmaktadır. Ama en çok da bu topraklarda yaşanır, bu çirkin ve adaletsiz savaş.
“İyi” saftır, iyi oyun oynamayı bilmez, iyinin aklına tuzaklar kurulacağı gelmez, iyi bin kere de tuzağa düşürülse binbirinci defa gene tuzağa düşmekten kurtulamaz. Çünkü, iyi aksini düşünemez.
Yunan felsefesinden tutun, İslam felsefesine, hatta daha yakına gelelim, Mevleviliğe, Hace Ahmet Yesevi’ye, Yunus Emre’ye kadar bütün inanışların temel hedefi “iyiliği” üstün kılmak, iyi olmak, erdem ve ahlakı egemen kılmaktır.
Sözgelimi, Mevlânâ, Tasavvufun ahlâkî boyutunu öne çıkarır. Bu açıdan onun ahlâk öğretisini belirginleştiren iyi ve kötü kavramları, aynı zamanda düşünürün İnsan-Tanrı-Kâinat anlayışını da ortaya koyar.
Hep şunu hayal ederim: Ahirette bir sinema ekranı olsa, insanoğlu yaradana hesap verirken o ekranda yaptıkları-yapmadıkları her şey ortaya konulsa ve bu dünyada hakkınızda “zan” da bulunanlar, söylemediğiniz sözleri söyleyenler, size sorulmadan hakkınızda hüküm verenler bu ekrandan “gerçekte” nelerin yaşandığını, nelerin olduğunu görseler ve utansalar.
Rabbimin onlara ceza vermesini zinhar istemem.
Tek dileğim “utanmaları”!