DAYI AHMET AĞA VE ŞAKİR SABRİ YENER
Gaziyurt sözcüğünü Babam Osman Tuzcu, 1946 yılında kurduğu gazete ve matbaası için kendisi yaratmıştı. Buna benzer yarattığı çok güzel sloganlardan birisi de, abimin bastığı üzerinde fıstık dalının fotoğrafı olan bir kartpostala “Gaziantep’ten fıstıklı selamlar” idi... Şimdi düşünsem daha fazlası da aklıma gelir, ama yazımın konusu o değil... Babam, Antep ve Gaziantep hakkında yapılmış aklı başında araştırmalara çok değer verir, ısrarla onları Gaziyurt ve Sabah gazetesinin sütunlarına taşır veya kitap olarak basardı. Gaziyurt Matbaasında basılan kitapların arşivi maalesef elimizde yok. Ben, zaman zaman rastlarsam onları sahaflardan topluyorum. Babacığımın bastığı artık sahaf dükkanlarına düşen bu kitaplara bazen çok yüksek bedeller ödüyorum. Geçenlerde bu şekilde aldığım kitaplardan birisi, “Gaziantep’in Yakın Tarihinden Notlar ve Hatıralar/Gaziantep’lilerin Maarife Hizmetleri” başlığını taşıyor. Yazarı ise, her zaman okumaktan büyük keyif aldığım; gözlemlerini araştırmalarını büyük ustalıkla satırlara dökmeyi başaran: Şakir Sabri Yener. Bilmem bilirmisiniz? Kitaplar tek tek sayfalar halinde basılmaz. 8, 16 sayfaları alacak ve forma denilen kocaman bir tabaka üzerine basılır, daha sonra sayfalar kesilir ve peşpeşe yerleştirilir. Sahaftan aldığım kitap da Gaziyurt Matbaasında o şekilde basılmış. 1958 yılında basıldığı için, o yıllarda baskıdan sonra forma kesilmez, katlanırdı. Bu şekilde elinize aldığınız kitabın sayfaları birbirine bağlı olurdu, açacak veya bıçakla onu açar, okunur hale getirirdiniz. İşte ben de bu kitabı bıçakla kesip, sayfaları açılır hale getirdim. Sanırım fiyatı, bu şekilde orijinal olduğu için pahalıydı.
Şakir Sabri Yener, 1888-1973 yıllarında yaşamış bir yazar. Yener, 1913 yılında Antep Dar-ül-muallim (Öğretmen Okulu) okulundan mezun olmuş, 1916-1917 öğretim yılında Halep’e gidip tahsiline devam etmiş ve oradan da diploma almış.
Dayı Ahmet Ağa, Antepli gerçek anlamda maarifsever bir insan. Yona köyünün,(bugünkü ismi Çaybeyi) Karaburun ve Mıdıfı isimli çiftliklerin de sahibi. Şakir Sabri, okuldan mezun olduktan sonra 1913 senesinde Yona köyünün Dayı Ahmet Ağa tarafından açılan ilkokuluna öğretmen olarak tayin olur. Dayı Ahmet Ağa ile birlikteliği böylece başlar. Onu yakından tanımak, fikirlerini öğrenmek fırsatını bulur. Hatta, Antep’te bugün restore edilen Dayı Ahmet Ağa evinin selamlığındaki sohbetlere katılır onları da yazar.
Düşünebiliyor musunuz? 1918 senesinde Yona köyünde yatılı elli öğrenci kapasiteli bir okul kurmuş Dayı Ahmet Ağa. Devlet, beslenme, öğretmen ve görevli paralarını karşılıyor. Okul binası ve diğer gerekli masraflar Dayı Ahmet Ağa tarafından karşılanıyor. Yatakhanede kullanılan yatak ve diğer malzemeleri ise, okula yatılı olarak gelen öğrenciler beraberlerinde getiriyorlar. Öğrencilerin o zaman ki kıyafetleri dizlerine kadar inen birer bez gömlek... İlk sene eğitim aldıkları yer, bir ahır! Bir tarafta çiftlikdeki hayvanlar barınıyor, diğer tarafta Şakir Sabri, çocuklara ilim irfan öğretiyor. Yener, 1917’de Halep’den döndüğünde Ağa, güzel bir okul yaptırmıştır. Şakir Sabri, Fransızların köyü işgali olan 1920 senesine kadar, Yona köyünde yedi sene kalır, hem müdürlük, hem öğretmenlik görevini sürdürür.
Yona köyü, o zamanlarda Antebe 45, Akçakoyunlu tren istasyonuna 10 kilometre mesafede verimli arazilere sahip güzel bir köydür. Köy halkı, askere gitmemek için nüfusa kayıtlı değildir. Nitekim, Şakir Sabri çocukları okula alınca “biryerlere kayıtlı olacakları” için itiraz ederler. Biraz sıkıştırınca çocukları dağlara kaçırırlar. Bu mücadele o kadar ileri gitmiş ki, çocuklarını okuldan kaçıranları Dayı Ahmet Ağa kırbaçlar, adam akıllı dövermiş. Bu şekilde okul çağında olan 20 çocuğu okula kaydedebilmişler.
Ağa, çiftliklerden kaldırılan harmanlardan kendi payını alırken, bir timin de -22 kilo- “okul hakkı” diye alırmış. Ancak bunun yanısıra kendisi hepsi fakir olan öğrencilerin elbise ve okul masraflarını karşıladığı için, köylünün okula itirazı da azalmış. Öğrenciler, çevreye uymak ve köylülerin gözünde “şimdiden asker oldu” fikrini uyandırmamak için önü kapalı basma entari yani fistan, sako denilen ceket, kırmızı yemeni ayakkabı, agil ve keyife giyerlermiş. Tarif ettiğim, bir aşiret kıyafeti... Kefiye başa takılan, daha çok Arapların kullandığı, omuzları da örten erkek baş örtüsüdür. Ağil ise, kefiyenin üzerüne bağlanan yünden örülmüş kalın çember bağdır.
Dayı Ahmet Ağa, pek modern bir adam. Piyano, org ve kanun çalıyor. Çiftlikte o yıllarda tüm bu aletler var. Üstelik bu aletleri hem çalıyor, hem de şarkı söylüyor... Böyle bir adamın çiftliği de pek modern... Kütüphane, ekmek fırını, hamamı, tam teçhizatlı bir tamirhanesi, kuş damı, harem dairesi, selamlığı, kahve ocağı, ve iyi sayılabilecek bir de eczanesi var. Ağa, usta bir operatör gibi, yaraları açıyor, pansuman yapıyor ve sarabiliyor. Traktör olmadığı için o devirde demirden yapılmış pullukla çift sürüyor. Kırılan veya bozulan demir çiftlik aletleri tamirhanede tamir ediliyor.
Sofrası açık, sürekli misafir ağırlayan, çok konuşkan ve nüktedan olan Ağa, inşaata da meraklı. Köyde inşa ettiği binaların tüm planlarını kendisi çiziyor. Berlin-Bağdat demiryolunu yapan mühendislerle de ilginç anıları var, onları da bir başka sefere yazmak istiyorum...