BEREKETİMİZ KAÇTI

YAYINLAMA: 23 Ocak 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 22 Ocak 2025 / 16.35

Büyüklerimizden, bereket hakkında  duyduğumuz ne çok söz var:

"İsraf haramdır, bereketi kaçırır."

"Helal kazançta bereket vardır."

"Haram lokma bereketi kaçırır."

"Paylaştıkça bereket artar."

"Evin dağınıksa bereket durmaz."

"Kul hakkı yiyenin bereketi olmaz."

"Adalet, bereket getirir."

"Misafirin ayağı berekettir."

"Sabahın bereketi boldur."

Bu öğütler, elbette hem maddi hem de manevi hayatta dengeyi sağlamayı hedefliyor. Yaşadığımız günlerde fark ediyoruz ki bereketimiz iyice kaçmış.

Bu ucube sistemin, kabiliyetsiz yönetimi sonunda israf diz boyu. Helal kazanç peşinde olanlara “aptal” gözüyle bakılıyor. Haram lokmayı son derece arsızca rasyonelleştirenler, rahatlıkla vurguna devam ediyor. İnsanların paylaşacakları bir şey kalmamış, kendilerine bile yetemiyorlar ve “Himmete muhtaç dede, kime himmet ede?” diye soruyorlar. Kul hakkı sadece sözlükte kalmış. Adalet hiç bu kadar yara almamıştı. Konuk ağırlamaktan ödümüz kopuyor artık. Sabahın da gecenin de bereketi yok. Bereketimiz kaçtı.

Eskiden “Birlikten kuvvet doğar, yalnız taş duvar olmaz." diyen büyüklerimiz başta aile bireyleri, komşuları, mahalle sakinleri olmak üzere herkesin derdini dinler, ortak çözümler bulmaya çalışırlardı. Her vesileyle gurur duyduğum Gazianteplinin dayanışmaya ve ülkesini korumaya karşı refleksi çok güçlüydü. Yemeklerini, kutlamalarını, acılarını, kederlerini, sevinçlerini, tasalarını hep bir arada paylaşır, sorunları çözerlerdi. İmece usulü iş paylaşımı hem çok önemliydi hem de çok olağandı. Şimdi, sadece Gaziantep’te değil, tüm ülkede, herhangi bir şey isterler korkusuyla, insanlar birbirinden kaçıyor.  Bu insanları asla kınayamıyorum. “Varını veren utanmamış “sözü artık tarih oldu. Kimse elindekini başkasıyla paylaşamıyor, çünkü yerine koyma ihtimalleri artık yok. Eskiden köyden, akrabalardan gelen un, bulgur, pirinç, tereyağı, peynir, zeytin gibi desteklerle çoğu yoksul, kimseye muhtaç olmadan geçinirdi.  Şimdi tepedekilerin bir türlü doyuramadığımız boğazları yüzünden, köyden de destek gelemiyor. Köylü bile peynire, yumurtaya muhtaç hale geldi. Geniş aile dayanışmasını, yeni nesil, ne yazık ki artık bilmiyor. Hezeyan şeklini alan dolaylı ve dolaysız vergiler yüzünden kimse belini doğrultamıyor. Bambaşka bir dünyada tatlı hayat yaşayan üst düzey yöneticiler, insanların damarına basar gibi, dar gelirlinin asla ulaşamayacağı “Medine hurması, manda yoğurdu” tarifleri vererek, beyaz çaylarını içiyorlar.

Bugünlerde nedense hep 1789’daki Fransız İhtilali aklıma geliyor. Fransız İhtilali, dönemin sosyal, ekonomik ve siyasi yapısındaki derin çelişkiler ve eşitsizliklerin bir sonucu olarak gerçekleşmişti. Fransız toplumu üç ana sınıfa ayrılmıştı. Birinci Sınıf; din adamlarıydı ve bunlar hem vergiden muaftılar ve hem de geniş ayrıcalıklara sahiplerdi, aynı bizdeki tarikat mensupları gibi. İkinci Sınıf; asillerdi. Büyük varlığa sahiplerdi ve yine vergiden muaftılar. Aynı bizdeki yandaş oligarklar gibi. Üçüncü Sınıf; köylüler, burjuvazi ve işçilerden oluşuyordu. Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturmasına rağmen, ağır vergiler bu sınıfa yüklenmişti. Aynı bizdeki işçiler, emekliler, emekçiler, dar gelirliler gibi…

Bu sosyal eşitsizlik, özellikle üçüncü sınıf arasında büyük bir huzursuzluğa neden oldu. Vergi yükünün büyük kısmı üçüncü sınıfa düşüyordu, ancak bu sınıf zaten ekonomik olarak zor durumdaydı. 1780'lerde yaşanan kötü tarım politikası ve kıtlık, ekmek fiyatlarını artırdı ve halkı daha da fakirleştirdi.

Fransız hükümeti, özellikle Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na verdiği destek nedeniyle büyük borç altına girmişti. Ama yine de halkın üzerine abanıp, devlet kaynaklarını pervasızca harcayan Kral XVI. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette'in lüks içinde yaşamaları, halk arasında büyük öfkeye sebep oluyordu.

Kral XVI. Louis, mutlak monarşiyle ülkeyi yönetiyordu. Halkın yönetime katılımı yoktu ve kararlar kralın keyfi yönetimine dayanıyordu. Kral, parlamentoyu ciddiye almıyor, hatta çalıştırmıyordu.

 Voltaire, Rousseau, Montesquieu gibi “Aydınlanma düşünürleri”, eşitlik, özgürlük ve halkın yönetime katılımı gibi fikirleri savundular.

Bu aydınlanma düşünürleri, mutlak monarşiyi eleştirerek halkın haklarını savundu. 1776’daki Amerikan Bağımsızlık Savaşı da halkın haklarını savunabileceği fikrini güçlendirmişti. En sonunda artan ekmek fiyatları halkı sokaklara döktü. Paris halkı, Bastille Hapishanesi'ni basarak ihtilalin simgesi haline gelen bir ayaklanma başlattı.
Ne kadar tanıdık sorunlar değil mi? Fransız İhtilali'nin temel nedenleri arasında sosyal eşitsizlik, ekonomik kriz, siyasi baskı ve aydınlanma düşüncelerinin etkisi yer aldı. Tüm bu nedenler bir araya gelerek halkın öfkesini artırdı ve ihtilali kaçınılmaz hale getirdi.

 Tarih gerçekten tekerrürden ibaret mi, yaşayıp göreceğiz. Aslında, gerçekte çok sayıda olmayan, bir avuç haysiyetsiz politikacıya meydanı bırakmayıp yeniden bereketimizi artırıp, ekmeğimizi bütünlediğimiz onurlu ve mutlu günlere dönmeyi umuyor ve diliyorum.

 

BEREKETİMİZ KAÇTI
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *