MENENGİÇÇİ KADIN

Yaşadığımız günlerde çok sık rastladığımız, sıradan bir kadın öyküsü var bugünkü yazımda. Her sıradanlığın arkasında, ne katlanılması zor gerçeklerin olduğunu, ancak kişileri içtenlikle dinlediğinizde anlıyorsunuz.
38 yaşında genç, güzel bir kadın, fedakar bir anne. Ufak tefek ama güzel vücudu, dimdik duruşu, kocaman gözleri, gülümseyince güneş gibi parlayan inci dişleri ama nasırlı elleriyle emekçi bir kadın Neşe.
Avukat yanında katip olarak çalışan, artık zulmüne dayanamayıp ayrılmaya çalıştığı eşi Recep; kabadayı, uyanık, tam zamanın yarattığı zalim bir adam. Çeyrek mürekkep yalamışlığıyla kendisini dünyaların hakimi sanan bir ahlak yoksunu. Günümüzün yarı cahil ama çok cüretkar insanları gibi oldukça da küstah. Neşe’yi sık sık bahanelerle döven sadece zorba kocası Recep değil. Kayınvalidesi, kayınpederi de fırsat buldukça sırtından sopayı eksik etmiyorlar. Ailesinin yanına dönemediği ve küçük çocukları olduğu için uzun süre katlanmış zavallı kadın.
Recep, yanında çalıştığı hukuk bürosuna gelip giden kadınlardan birini de kendisine sevgili yapmış, iki çocukla yaşama tutunmaya çalışan Neşe’yi bir başına bırakmakla kalmamış, bir de elinde avucundakini de almaya çalışmaktan utanmıyor. Çok yakın zamanda sahte ilamsız takiple Neşe’yi borçlandırmış, kolundaki iki bileziği, evdeki eşyaları haczettirip satmış. Neşe fark ettiğinde beyninden vurulmuşa dönmüş ve ayrılmaya kesin karar vermiş ama kocasından çok korkuyor. Kendisini aldattığını, çocuklarının rızkını o kadına harcadığını öğrendiği gün, isyan ettiğinde yediği dayağın acısını unutamıyor.
Babasının evine dönemeyen Neşe çok onurlu. Bir o kadar da çaresiz. Çocuklarına yoksulluğu hissettirmemek, onları aç bırakmamak için, Sof’un köylerinden menengiç, badem, sumak toplayıp evde bunları satışa hazır hale getiriyor.
Satmak istediği eşyaları, sırt çantasına doldurup, sokak sokak rızk aramak üzere evden çıkmadan, 3 yaşındaki kızı Elif’i 10 yaşındaki oğlu Hasan’a emanet ediyor. “Çok gecikmeyeceğim. Hemen döneceğim ama siz sakın kapıyı kimseye açmayın, ocağa, mutfakta bıçağa yaklaşmayın” diye tembih edip aklı çocuklarında yola revan oluyor.
Evlere gitmeye korkuyor, o yüzden şık kafelerde karamel macchiatolarını yudumlayan hemcinslerine yaklaşmak istiyor. Tek söylemek istediği “Kendi yaptığım menengiç kahvem var, almak ister misiniz?”. Rahmetli anneciği hep “Kadın kadının yurdudur” dediği için, farkına varmadan şık giyimli, mutlu, bakımlı kadınlara yöneliyor. Ama kadınlar Neşe’ye o kadar tepeden ve tiksinerek bakıyorlar ki, kafe çalışanları Neşe’yi oradan hemen uzaklaştırıyorlar. Çaresiz iş yerlerini dolaşmak zorunda artık. İş yerlerinde de davranış farklı değil. Ayakları, elleri üşüdükçe sırtındaki yük de ağırlaşıyor. Çocuklarını düşünüyor. Sattıklarından eline geçen parayla önce çocuklarına kahvaltılık alacak, oğlu kahkeyi çaya batırarak yemeği çok seviyor, kızına da sütlü kakao yapabilirse dünyalar onun olacak. Elinde kalan parayla telefonunun borcunu ödeyip onu açtırmasının da gerektiğini düşünüyor, çünkü satış yapabilirse belki telefonla yeni siparişler de gelebilir.
Yüzünü bıçak gibi kesen rüzgara bir de bardaktan boşanırcasına yağan yağmur ekleniyor. Eskimiş ayakkabısının içindeki ayakları çok üşüyor ama henüz hiç satış yapamadığı için evine dönemiyor.
Bahçe içinde bir iş yerine daha giriyor. Yönetici asistanı onu sabırsızlıkla uzaklaştırmaya çalışırken, kadın yönetici konuşmaları duyarak Neşe’yi odasına davet ediyor. Kadın yönetici, genç kadının ne kadar ürkek ve çekingen olduğunun farkında. Hem birkaç kavanoz menengiç alıyor hem de ona kahve ikram ediyor. Rahmetli anneciği haklı galiba. Kadın kadının gerçekten yurdu. Neşecik, çok tedirgin, bir o kadar da şaşkın, ama çok mutlu. İnsan muamelesi görmek, üstelik satış yapabilmek onu o kadar sevindiriyor ki. Oğlunun çaya batıra batıra kahke yiyişini, kızının minicik dudaklarını büzerek kakaolu sütünü üfleyişini hayal ediyor. Hemen bu akşam, eve gider gitmez bu hayalini gerçekleştirecek. Yönetici kadının sorusuyla kendisine geliyor. Evet hayat zor, insanlar birbirlerine uzak. Sadece uzak davranmakla kalmıyorlar, bir de kırıcılar. Eskiden de bu kadar küçümsenmek var mıydı diye düşünüyor. Yaşadığı köyde hiç görmediği bir davranış biçimi bu. Acaba çocuklarını alıp köye mi dönmeli? Hemen bu düşünceyi kafasından uzaklaştırıyor. Elif okuyacak doktor olacak, Hasan da bilgisayar mühendisi. Köye giderse bu eğitimleri onlara nasıl sağlar? Üstelik orada hiçbir şey satamaz, aç kalırlar. Kalabalıklar içinde bir başına kalmakla başa çıkmak, akıntıya karşı kürek çekmek gibi.
Hemen silkinip bu düşüncelerden kurtuluyor. Evine gidecek, akşam çocuklarına sarılacak, birlikte güle oynaya birkaç lokma bir şey yiyip, konuşacaklar. Çocuklarıyla büyük insanlar gibi konuşmayı seviyor Neşe. Onlara “Sizi görüyorum, dinliyorum” mesajını vermek, onların kendilerine güvenlerini sağlamak için ne lazımsa yapıyor. Hele sevginin en onarıcı ilaç olduğunu bildiği için, sık sık çocuklarını sarıp sarmalayıp, onlara kendilerini ne kadar sevdiğini söylüyor.
Kocaman kahverengi gözleri ışıl ışıl. Kendisine uzatılan parayı özenle küçük cüzdanına yerleştirip, cüzdanı sırt çantasının orta gözüne koyuyor. Kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle sırt çantasını kavrayıp, omuzlarından geçiriyor.
Öykünün bundan sonrasını mutlu sona kavuşturmak biraz da sizin elinizde. Lütfen etrafınıza dikkatle bakın. Paylaşacak çok şeyiniz olmasa da bir sevgi sözcüğü, basit bir selamlamayı çevrenizdeki insanlardan esirgemeyin. Ön yargılarınızı rafa kaldırın ve taşıyabileceklerine inandığınız tüm sevgiyi insanlarla paylaşın…
