Bekçi Kılıçdaroğlu…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kardeşinin bir inşaatta bekçilik yaptığı haberi önceki gün ulusal bir gazetede yer alınca, gazete büromuzda tartışma çıktı!
Bazı arkadaşlarımız böyle bir şeye ihtimal vermedikleri için haberin asparagas olabileceğini iddia ederken, bazı arkadaşlarımız da bunun CHP’ye bir getirisinin olmayacağını, ters bile tepeceğini iddia ettiler.
Ben öyle düşünmediğimi, bunun referans alınması gereken çok önemli bir ‘örnek’ olacağını zannettiğimi söyledim.
Tahmin ediyorum, Türkiye’nin her tarafında bu olay, bu resim konuşuldu. Koskoca anamuhalefet partisinin başkanının kardeşinin bir inşaatta bekçilik yapmasına ne gerek vardı ki! Çok daha iyi ve rahat bir iş bulunamaz mıydı?
1 Aralık 1966-21 Ekim 1969 tarihleri arasında 4 yıl Almanya Şansölyeliği yapan Kurt George Kiesinger’in hatırımda kalan önemli bir özelliği vardı.
Kiesinger, başbakan olduğunda erkek kardeşi bir köy öğretmeni idi. Ağabey Şansöyle olunca, kardeşin bir şehirde önemli bir okula öğretmen veya müdür olması normal karşılanabilirdi.
Ama öyle olmadı. Küçük kardeş köyde öğretmenlik yapmaktan mutluydu. Ağabeyini de zora sokmamak için “Ben, sen başbakan olduğun sürece hep köyümde kalacağım” diyerek onurlu bir davranışta bulunmuştu. Almanlar, bu olayı hep anlatır, bütün siyasetçilerin bunu örnek almalarını ister.
Geçtiğimiz aylarda Almanya Cumhurbaşkanı Wullf neden istifa etti; unutmuş olabilirsiniz, ben hatırlatayım: Bir bankacı arkadaşından birkaç puan daha düşük ev kredisi aldığı için! Ne var bunda demeyin! Aldığı 500 bin Euro kredide belki birkaç bin Euro farkedecek o kadar. Ama etik bulunmadı, rezil oldu ve istifa etti.
Bunu Türkçeye çevirirsek, “Bu ülkede herşey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız!”
Kardeş Kılıçdaroğlu belediyeden emekli olmuş, mütevazı yaşarken oğlu bankadan ev kredisi alıyor. Aylık 500 lira taksit ödemede zorlanınca babası devreye giriyor, “Oğlum iş bulup çalışır senin aylık taksitlerini ben öderim” diyor. Kendi oturduğu şehirde iş bulamayınca başka bir şehirde iş arıyor ve buluyor.
Şimdi, burada yalnız kardeş Kılıçdaroğlu’nun değil, yeğen Kılıçdaroğlu’nun da durumunu tartışmalıyız. Yeğen, 500 lira taksiti ödemekte zorlandığına göre vasat bir işe sahip olmalı, değil mi? O neden amcasından daha ballı bir iş istememiş?
Ben, Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve ailesini göklere çıkarırken, bazı arkadaşlarım yanıldığımı, bunun CHP’ye zararı olacağını iddia edince, nasıl olacağını sordum.
Türk halkı, “Bu herifin kendi öz kardeşine bir faydası yok, bize mi olacak” der ve oy vermez!
Böyle bir düşünceyi benim aklım almaz! Ama dün Fatih Altaylı’yı okurken, söylenenlerin pek de yersiz olmadığını anladım.
Semra Özal’ın pırlantalarla süslü olduğu söylenen çorabının fotoğrafları gazetelerde çıkınca, Turgut Öal’a sormuşlar: “Bu zenginlik görüntüleri size ve partinize zarar vermiyor mu?”
Rahmetli Özal’da, “Yok canım, niye versin. Bizim Türk halkı zengini sever, zenginliği sever. Fukara görüntüsü versek, ‘Bunların kendilerine faydası olmamış, ülkeye millete ne faydası olacak ki’der. Zenginlik iyidir.”
Gerçi Özal bunu söylemiş ama sonrasında da oyları yüzde 22’ye indi!
Antepli bir büyüğümüz de, “Ben adamın zengin olanını severim” dememiş miydi?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun dürüstlüğünü, mütevazılığını, adamlığını takdir etmezsek, örnek olarak kabul etmezsek, insanlığımızı nasıl kanıtlayacağız?
Gaziantep ve Japonya…
Genç Japon diplomat Kansuke Nagaoka, bölgemizi Diyarbakır’dan başlayarak bir hafta boyunca adım adım gezdi, Dün Kilis’teki Suriyeli göçmen kampını gördükten sonra Gaziantep’te temaslarda bulundu ve akşam da ülkesine uçtu.
Japon Dışişleri Bakanlığı, Ortadoğu ve Afrika Direktörü olan Nagaoka, “Ülkenizi gezdikçe daha çok seviyorum, buraları neden ihmal etmişiz, neden büyük firmalarımız burada yatırım düşünmemişler, doğrusu anlamakta zorlanıyorum” dedi.
Onun daha soru sormasına fırsat vermeden, “Toyota yatırımını yapan, okuldan ağabeyim Özdemir Sabancı’nın öldürülmeden önce, okul arkadaşlarına bir toplantıda, ‘Ben Japonya ile bir köprü kurdum. Sizler de bu köprüden geçerek iki ülke ilişkilerini karşılıklı yarar ve anlayış çerçevesinde geliştireceksiniz” demişti. Eğer o iş başarılı olsaydı, bugün ilişkilerimiz daha üst seviyede olurdu” deyince, Nagaoka, “Doğru ama biz şimdi Sinop’taki nükleer santralı almak için çalışıyoruz. Araya deprem girdi, biz kendi derdimize düştük ama görüşmeler tekrar başladı ve iyi gidiyor” dedi.
“Ben sizinle Gaziantep’i konuşmak isterim, Türkiye’yi değil. Bizim 2011’de Japonya’ya ihracatımız 8 milyon 226 bin dolarmış. Bu rakam 2012’de 8 milyon 99 bin dolara düşmüş. Yani, çok komik rakamlar, üstelik geriliyor da!..”
“Bana Gaziantep’i anlat. Neden buraya Ortadoğu’nun başkenti, en önemli şehri diyorsun? Ne var ki burada? Biz buradan ne alabiliriz, ne satabiliriz? Bir de demin Domotex dedin, bu halıcılık işi nasıl oldu da bu kadar çabuk gelişti, büyüdü?”
Konuşmalarımızdan iki önemli başlığı yazdım. Konuştukça, biraz şaşırdı, biraz meraklandı ama Gaziantep’e geldiği için çok faydalı bir iş yaptığından emin olduğunu izledim. Ülkesine dolu döndü, tekrar gelip daha yoğun temaslarda bulunacağını tahmin ediyorum.
Halıcılığımızı anlatırken, “Antepli gözüyle düşünür. Birisinin iyi para kazandığını görünce, aynı işi taklit eder, hatta daha iyisini yapmaya çalışır. Böylece aynı işi yapanlar çoğalır ve bir de bakmışız ki, dünyanın halısını dokuyoruz. Biz biraz da size benzeriz. Eskiden Antep’teki kaçakçı pazarlarında satılan en kaliteli mal Alman malıydı. Japonlar’ınki çok ucuz ama kalitesizdi. Sonra ne oldu? Siz taklit ede ede, herkesten iyi ve ucuz yapma başarısını gösterdiniz” deyince hem güldü, hem hoşuna gitti, hem de, “İki saatte bana neler öğrettin” diye dostluk jestinde bulundu.
İşin özeti: Koskoca Japonya’ya, koskoca bir yılda 8 milyon € dolarlık ihracat mı yapılır?