Ezan

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Henüz çocukken zaman zaman gittiğim ve oturduğumuz evin karşısında bulunan minaresi çift şerefeli bir cami vardı. Bu camiyi her zaman hatırlarım. Minaresine her namaz vaktinden evvel imam efendi Ali Hoca, aflaya puflaya ilk şerefesine çıkar, iyice soluklandıktan sonra bir eli ile şerefenin küpeştesini tutar diğer elinin başparmağını kulağının memesini bastırarak ezan okumaya başlardı. O yükseklikte belki insanın başı döneceği içindir mi neden bilmem, şerefenin kenarına sıkı sıkı tutunurdu. Her beyiti ve tekrarını ilk önce doğu yönüne doğru söyler, sonra ise ikinci beyit için güney yönüne gelir, orada ikinci beyiti ve tekrarını söylerdi. Daha sonra üçüncü beyit için batıya yönlenir ve tekrarı da burada okurdu. Kuzey yönüne dönmeyi pek sevmezdi amma kural gereği onu da yerine getirmek mecburiyetinde kalırdı. Kışın devamlı kuzeden rüzgar estiğinden paltosunu iyice kapatıp kuzeyden okunacak beyiti bitirip, tekrar doğuya yönlenir ve ezan görevini sona erdirirdi. Her bir yönde söylediği cümleleri ve sesini kulaklarımla her gün beş defa dinlediğimden iyice işlendiğini düşünmekteyim. Her ezanda bu merdivenleri çıkar ve ezanı okuduktan sonra camii içine gelir, cemaatin önüne geçip namazı o kıldırırdı. Her namaz ezanı ayrı bir mâkamla okunurdu. Bu nedenle sabah ve akşam namazının ezanını çok severdim. Saba mâkamında okunan ezan hala bana her zaman uhrevi bir haz vermektedir. Her gün beş sefer bu işlemi yapan Ali Hoca yatsı mamazından sonra camiinin bahçesinde bulunan küçük tek katlı müştemilatta istirahate çekilirdi. Eşini hiç görmezdik, kendisi boş zamanlarında caminin bahçesinde sebze ve meyva yetiştirirdi. Camii’nin karşısında terzi Kayhan’ın dükkanı vardı. Ezanla beraber elindeki işi bırakıp, gerekirse lavoboya yönlenir; ellerini, yüzünü, kollarını yıkar, kulaklarını temizler, ellerinin tersiyle ensesini siler, alın ve yukarsını ıslatır, ayaklarında bulunan meslerinin üzerinden temizlik amacıyla ıslak eli ile silerdi. Daha sonra meslerini giyer doğru namaza koşardı. Ezan sesi zaten mahalli olur ve namaz için o camiiye gelecek olan mahalleli, zamanını bilir ve namaz vakti oraya gelirdi. Caminin diğer bir yanında yaşlıların gittiği bir kahvehane vardı. Bazı yaşlı mütedeyyinler namazdan sonra kahvehaneye gidip bir sonraki namaz vaktine kadar burada zaman geçirirlerdi. Kahvehanede çay ve kahve içip, kimi zaman kağıt oynarlar, vakit geçirirlerdi. Ne de olsa o tarihlerde bu günkü kadar çok önemli konular yoktu. Bilhassa ramazan aylarında evimizde iftarda sofra kurulur, evdeki yiyecekler masaya yerleştirilir, çay demleye bırakırlır ve evimizden görünen camiinin minaresinde Ali Hocanın şerefede görünmesi beklerdik. Ali Hoca zamanı gelince bu ezanı o kadar hızlı okurdu ki, kendisinin de aç olduğunu anlardık ve hızlı bir şekilde evine yetişmek için minarenin merdivenlerini üçer beşer atlıyarak sofrasına yetişip bir kaç lokma ile oruç açtığını düşünürdüm. Peşinden camiye gidip cemaati beklediğini camiye gittiğimde görürdüm. Bu günlerde her yöne ayrı beyitlerin okunduğu, ezan sesinin yalnız mahalle halkına hitab eden ses şiddetinde bir namaz çağırısı olmasını özlemekteyim. Minarelere çıkılmadan, oturdukları yerden okunan ezan, zaman içinde üretilen ses yükselticiler, hoparlörler vasıtası ile her yönden bütün beyitlerin dinlenmesi şekline dönüşmesini, hatta ses şiddetinin sonuna kadar açılarak kilometrelerce uzağa, seslerinin sonuna kadar bağırarak ezan okunmasının, ezanı ulviyetten uzaklaştırdığını düşünmekteyim. Kimi camilerin her tarafına konulan onlarca hoparlör marifeti ile ezan, ulviyetinden uzaklaşıp, ziyadesi ile gürültüye dönüştüğünü düşünmekteyim. Kurtuluş’taki camiinin müdavimlerinden Seyfi Dayı vardı, o kimi zaman “Hey gidi günler hey’’ diye geçmişi hep anardı. Ben ise bugün onu anarak ‘’Hey gidi günler hey’’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.

Ezan