KIRMIZI CEKET
Emire Mazıcı Erek bana hikayesini anlatırken çok duygulandı... Ben ise, o duygusal ortamı olduğunca normale çevirmek için aşırı çaba sarfettim, başardım da... Ancaaak, ona veda edip, dışarı çıktığımda benzer duygusallığı ben de hissettim üzerimde. Evime dönerken, yol boyu onun bana söylediklerini hatırlayıp: “Aman Allahım, Emire Hanım, hem de çok genç yaşlarında bu kadar acıyı, elemi, kederi nasıl kaldırmış” diye de düşündüm.
Zalim üvey annenin Emire Hanım ve ablasını aç bıraktığı, üstlerine başlarına giyecek temin etmediği herkes tarafından biliniyor da. Üvey annenin erkek kardeşi, yani üvey dayı Ahmet de durumun farkında ve sık sık ikaz da ediyor. Hatta, bu üvey annenin erkek kardeşi Ahmet’in karısı İzmirli, Emire Hanım’a kırmızı bir ceket te örüyor. Emire Hanım diyor ki: “O zaman Antep’te iki şişle şık ceket, kazak filan örmeyi kimse bilmezdi. Ama, bu hanım İzmirli olduğu için biliyordu. Benim de o sayede hayatımda ilk kez bir ceketim olmuştu. Üzerimizde başımızda olmadığı için tir tir titrerdik. O ceketi giyince biraz ısınmıştım.”
Öğretmenleri, parlak bir öğrenci olan Emire Hanım’a hep yardım ediyorlar. Tabii biraz da sömürüyorlar, zira Emire pek güzel, sanat eseri değerinde nakışlar işliyor. Enstitü’den mezun olunca doğru Ankara’daki Kız Teknik Yüksek Okulu’na gidiyor ve orada Nakış ve iç çamaşırı bölümünü bitirip öğretmen oluyor. Yüksek tahsil yaptığı sürede, Ankara’daki yurt binasının dışına çıkamıyor pek... Zira, Ankara’nın soğuk havasında giyebileeği bir mantosu yok... Mantosunun olmadığını kimseye söyleyemiyor da... Ancak, pek dışarı çıkmadığı bazı öğretmenlerin dikkatini çekiyor.
Kız Teknik Nakış bölümü öğrencisi Emire, yaz tatillerini Gaziantep’te geçiriyor. Yine, üzerlerine toprak akan altev de kalıyor, tatil boyunca. Bu arada, ablası, iyi bir evlilik yapıyor. Bu evliliğin hemen akabinde, artık üvey annenin yanında yalnız kalan Emire’ye babası: Altevden valizini al çık. Burada üvey annen eşek besleyecekmiş. Eğer alıp çıkmazsan, kapıyı kilitler eşyaların içerde kalır, alamazsın” diyor. Emire Mazıcı, eziyete, ıstıraba, kötü davranışa çok alışkın olduğu halde, bu şekilde valizini alıp, evden gitmesini isteyen babasının davranışına çok şaşırıyor ve üzülüyor. O yıllarda, veya şimdi, cebinde parası bile olmayan, henüz okulu bitirmemiş bir genç kız nereye gidebilir ki? Şaşkınlığı geçtikten sonra, kendisine yakın bulduğu bir akrabasının yanına gidiyor valiziyle. Üvey anne çok kötü ve problemli olduğu için, misafir gittiği ev pek şaşırmıyor Emire’nin durumuna. Çok kısa bir süre sonra Emire’nin çiçeği burnunda eniştesi çıka geliyor: “Ablan dün gece sabaha kadar ağladı, hiç uyumadı. Şimdi seni alıp, bize gideceğiz, artık bizde kalacaksın” diyor. Ve gerçekten de Emire Mazıcı, evleninceye kadar ablasının evinde kalıyor, hatta eniştesi ona aylık para da gönderiyor okula. Emire Hanım, yapılan bu iyiliği asla unutmuyor ve öğretmen olup, para kazandıktan sonra bu sefer, o enişteye para göndermeye başlıyor.
Üvey Annesinin erkek kardeşinin ismi Ahmet değil! Ancak, Emire Hanım isminin yazılmasını istemedi, ben de onun koyduğu kurala sadık kaldım. Ancak, Emire Hanım Ahmet’in nasıl katil olup, birisi çocuk, birisi annesi, birisi kızkardeşi ve birisi de yiğenini dört kişiyi öldürüp, bir diğer yiğenini ağır yaralamasının hikayesini gayet güzel analiz etti. Kötü üvey anne ve anneanne, tıpkı Rakel Dink’in söylediği gibi, çocuktan katil yaratmıştı. Ahmet, küçük bir çocukken verilen direktifleri dinlemezse veya, kendi fikrini söylemek isterse, ağaç, kalın bir direğe bağlanıp dayak yer. Bu dayaktan o kadar bıkar ki, bulabildiği ilk fırsatta evden kaçar. Gittiği büyük kentte yardımla, askeri okula girer ve subay olur. Zaman zaman Gaziantep’e gelmekte, annesi ve kızkardeşinin üvey çocuklara kötü davranmasını hazmedememektedir. Emire Hanım küçükken bir keresinde onun bıçak çekip, üvey annesini ve anneannesini tehdit ettiğini gayet net hatırlıyor.
Emire’nin üvey dayısı Ahmet, emekli olduktan sonra, İzmirli karısı ve iki çocuğu ile gelip Gaziantep’e yerleşiyor. Emire’nin üvey annesi ve anneannesinin durumlarında herhangi bir değişiklik olmuyor. Yine kötüler ve yine etraflarına kötü davranıyorlar. Emire Hanım diyor ki:”bana ismimle hitap etmezlerdi. Bir isim takmışlardı, benden bahsederken o ismi kullanırlardı. Anneannenin sürekli: “şu üveyler olmasa daha az yemek pişiririk, paramız gitmezdi” demesinin yanısıra, Emire’nin babasının dükkanından gelen kebabları da hiç bir zaman Emire’ye yedirmemişler. Sadece aç karnına kokusunu içine çekmiş o kadar...
Bir yaz tatili sırasında Emire yine Antepdedir. Okulunun bitmesine, öğretmen olmasına sadece bir sene kalmıştır. Üvey dayısı Ahmet, onca tehditten sonra o meşum cinayeti işler. Ahmet, annesini, kızkardeşini, kızkardeşinin kızını ve torununu tabancayla vurur. Ahmet, erkek yiğenini de ağır yaralar. Katil, kısa sürede yakalanır. Mahkeme akabinde Balıklı’da kurulan darağacında idam edilir.
Cinayet işlenen evde sadece, Emire’nin üvey erkek kardeşi ve Ahmet’in ağır yaraladığı genç adam sağ kalmıştır. Emire Hanım, ona kol kanat gerer. Onu kısa sürede evlendirir ve düzenli bir hayata sahip olmasını sağlar.
Bütün bu meşum olaylardan sonra, Emire Hanım Enstitü öğretmeni olur, Gaziantep’te göreve başlar. Bir sanat tarihi öğretmeni ile evlenir ve İstanbul’a yerleşir. İki çocuğu olur. Kızı, Finlandiyalı bir Türkoloji profesörü ile evlenir, Özhan isimli bir çocuğu olur. Oğlu işadamı olur, Emire Hanım’ın isteği üzerine Mazıcı isimli bir şirket kurar.
İşte hikaye bu kadar. Ama, dinlerken bana çok dokundu... Şu isim takma meselesinde takılıp kaldım mesela... Bu ne kötü birşeydir! Her insanın, hatta hayvanların bile isimleri var. Neden, insana ismiyle hitap edilmez ki? İsim takıp, karşıdaki aşağılamak hiç affedilmez birşey...
Çocuğa herhangi bir yaşta ve sürekli şiddet uygulamak da bu hikayede olduğu gibi, onu büyük suç işlemeye itebiliyor. Ahmet, emekli olup, hayatını garantiye aldığı halde, kendisini de ölüme götürecek cinayetleri işlemekten çekinmiyor. Emire Hanım’a göre, Ahmet’in bu davranışı, çocukluğundan beri biriktirdiği kin ve intikam duygusundan kaynaklanıyor. Sürekli dayak yemiş, kötü davranılmış bir insandan iyi davranış beklemek hayal olur gerçekten de.
Gelelim aç bırakılma hikayesine... Ben, kitaplarımı yazarken Antepli çok kişi ile görüştüm. “Beni kaynanam aç bıraktı veya filan aile gelinlerine bir baş peyniri bile çok görürdü” diyen bir dolu insana rastladım. Bu insanların aç kaldıkları, yokluk çektikleri, içerisinde sık sık bulundukları harp yıllarının sebeb olduğu kıtlığı anlayabiliyorum. Ama, Emire Hanım’ın üvey annesi için bu geçerli değil. Aile gayet varlıklı, hatta tatlı sucuk gibi bazı gıda maddelerini de yapıp satarlarmış. O meşum cinayet işlendiğinde bir Hakim gelip, evdeki her türlü eşyayı tesbit etmiş. Ve adam, mağazaları dolduracak kumaş ve benzeri eşyaların; bakkalları dolduracak gıda maddelerinin çokluğu karşısında hayretini gizleyememiş.
Eveettt, bütün bunların altında yatan ise: sevgisizlik... Bir diğerine acımamak, empati duymamak...