Usta gazeteci Mehmet Ali Birand, Genelkurmay eski Başkanı emekli Org. İlker Başbuğ'un terör örgütü kurmak suçundan tutuklanması olayını kaleme aldı.
Birand yazısında, Başbuğ'un tutuklanma olayını, geçmiş dönemde iktidar tarafından çıkarılan, fakat dönemin Genelkurmay yetkilileri tarafından esnek bulunduğu gerekçesiyle daha da sertleştirilip, tutuklu yargılama sürecini başlatan terörle mücadele yasasıyla ilişkilendirdi.
İşte Birand'ın o yazısı;
Kamuoyunda, Başbuğ'dan hesap sorulması değil, tutuklanıp bir koğuşa atılması ve terör örgütü kurup yönetmekle suçlanması tepki çekiyor. Bu gelişme, toplumun bir kesiminin davalara bakışını da olumsuz etkilemeye aday. Tüm eleştirilere rağmen, bir yasa ile hemen değiştirilebilecek olan "Tutuksuz yargılama" konusunda hala "hazırlık" var, ancak somut adım yok.
BAŞKANLIK BAYRAĞI 2008'DE BAŞBUĞ'A GEÇTİ
İlker Başbuğ'un görev dönemini incelediğiniz zaman, Asker-Sivil İlişkilerinin en kritik sürecinde talihsiz bir Genelkurmay Başkanlığı yaptığı sonucuna varabilirsiniz.
Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığını Büyükanıt'tan devralırken, Asker-Sivil ilişkileri son derece gerilimli bir sürece girmişti. Hatırlayacaksınız, Büyükanıt başta olmak üzere, çeşitli rütbedeki Komutanlar AK Parti'ye çok sert tepki göstermişler, bu tutumlarını da konuşmalarla açıkça göstermişlerdi. Hele Büyükanıt'ın imzasıyla yayınlanan 27 Nisan muhtırası, bu ilişkilere tüy dikmişti. Taa ki, 4 Mayıs 2007 tarihinde Erdoğan-Büyükanıt arasında yapılan ve içeriği bugüne kadar açıklanmayan Dolmabahçe görüşmesine kadar süren bu gerilimin ardından, 1.inci Başkanlık bayrağı 2008'de İlker Başbuğ'a geçmişti.
ASKERİN SİYASETE KARIŞMA ÇAĞI KAPANDI
Yeni Genelkurmay Başkanı son derece gerçekçi bir kişiliğe sahipti. Dünya görüşleri ne kadar uyuşmasa dahi, Genelkurmay ile sivil iktidarlar (özellikle de AK Parti ile) arasındaki ilişkilerin, artık eskisi gibi sürdürülemeyeceğini çok iyi görüyordu. Türk toplumunun eğilimleri, Kürt sorununun geldiği nokta, PKK terörünün gücü ve dünya konjonktürünün artık asker üstünlüğünü, hatta bir askeri darbeyi kabul ettiremeyecek noktaya ulaştığını çok açıkça biliyor ve etrafına da söylüyordu. Artık, demokrasi çağına girilmişti. Siyasi iktidarlarla kavga edilmemeliydi. Hukuk her şeyin üstünde olmalıydı.
Artık askerin siyasete karışma çağı kapanmıştı. Komutanlar olduk olmadık zamanlarda konuşmamalı, bu görev - gerektiğinde- Genelkurmay Başkanına bırakılmalıydı.
TSK daha şeffaf, medyaya daha açık, topluma daha yakın olmak zorundaydı. Medya ile ilişkilere daha fazla önem verilmeli, TSK içine kapanıklıktan kurtarılmalıydı.
Göreve geldiğinde, ilk adımlarını, işte bu ilkeler çerçevesinde attı.
Ancak bu tutum pek uzun sürdürülemedi .
GÜL-ERDOĞAN İKİLİSİNİ DOĞRU OKUYAMADI...
Ardı ardına skandallar, belgeler, soruşturmalar patladı. Önce Ergenekon, ardından Balyoz soruşturmaları, TSK içinde bir bomba etkisi yapan tutuklamalar geldi.
Yepyeni ve kimselerin alışık olmadığı bir "hesap sorma" dönemi başladı. TSK ve askerin genel yaklaşımını paylaşan sivil kesimler şoka girdiler ve ayaklandılar. Mutlaka tepki gösterilmeliydi. Genelkurmay Başkanı ne güne duruyordu?
"Talihsizlik " dediğim de işte budur.
Hem benim bizzat gözlediğim, hem de yakın çalışma arkadaşlarından edindiğim izlenimlere göre, Başbuğ bu soruşturmalar ve suçlamalar karşısında sertleşti veya sertleşmek zorunda kaldı. TSK'da büyük bir kaynaşma başlamıştı. "Bunlar kim oluyordu da, Komutanlara hesap soruyor, bir de tutukluyorlardı." Özellikle eski silah arkadaşlarından öyle tepkiler çıkar olmuştu ki, bunlara direnemedi. Tepki göstermese, durumu kontrolünden kaçırabileceğini düşündü. Genelkurmay Başkanı olarak, kurumunu korumak için bu tepkiyi vermekle yükümlü olduğuna inandı. Hem sözlerini, hem de ses tonunu sürekli şekilde arttırdı. Her şeye rağmen, yargıya karşı direnmedi. Soruşturmaları engellettirmedi. Sert demeçlerin ve Başbakan'dan başlayarak İktidarı elinde tutanlara yaptığı uyarıların, gidişi değiştireceğini, yargının genel davranışını frenleyeceğini sandı.
Yanıldı.
Bu defaki İktidarın kararlılığını anlayamadı.
Erdoğan - Gül ikilisini, zamanında ve gerçekçi şekilde değerlendiremedi.
Demeçler hiçbir şeyi değiştirmedi.
DOĞRU İLKELERLE BAŞLANDI ANCAK..
Sanıyorum, kaybedileceğini bildiği bir mücadeleye girdiğini kendi de biliyordu. TSK'nın çok eskilere dayanan alışkanlıklarını, hoyratça tutumlarını, eskiden normal sayılan ancak şimdi suç sayılan tutum ve yaklaşımların farkındaydı. Büyük olasılıkla, "bu silah değil bir borudur " derken veya "kağıt parçası" diye tepki gösterirken, bilerek veya farkında olmadan, kendi karargahının hatalı yönlendirmelerinin de kurbanı oldu .
Doğru ilkelerle başlamış olan bir Genelkurmay Başkanlığı, zanlı bir emekli Orgeneral olarak noktalandı. Hem de, terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanır ( ! ) oldu.
"TERÖRİST BAŞBUĞ" SUÇLAMASI VE TUTUKLAMA TEPKİ TOPLUYOR...
Basını iyice taradığınız zaman durumun daha netleştiğini görüyorsunuz. Zaten hemen her çevreden gelen yankılar, askerin siyasete karışmasına en çok karşı çıkanların büyük bir kesimi dahi aynı görüşü paylaşıyor. Kimse, eski bir Genelkurmay Başkanı'nın soruşturulmasına ve hesap vermesine itiraz etmiyor. Aksine, üstünde durulan en önemli nokta, 1 inci Başkan dahi olsa hesap sorulması dönemine girildiğidir. Bunun bir demokrasi kuralı olduğu kabul ediliyor .
Buna karşılık, Başbuğ'un terör örgütü kurduğu, çete liderliği edip iktidarı düşürmeye çalıştığı şeklindeki suçlama tutmadı. Başbuğ'un ne kişiliğine, ne de bugüne kadarki performansına uymadı. Yargı veya yasa bu şekilde niteleme yapabilir, ancak kamuoyu vicdanı bunu kabul etmedi.
Tepki toplayan ikinci ve daha da önemli unsur, 1 inci Başkanın tutuklanıp hapse konması.
AK PARTİLİ ÜST DÜZEY YÖNETİCİLER RAHATSIZ
Dikkatli şekilde demeçleri de izlenince, iktidar partisi üst düzey yetkililerinin , özellikle Başbuğ ile çalışmış olanların seçtikleri kelimeler, onların da bu "terörist" nitelemesinden ve tutuklanmasından rahatsız olduklarını gösteriyor. Buna rağmen, hala bir kıprıdanma yok. Adalet Bakanı'nın bir hazırlığı olduğu söyleniyor, ancak henüz somut bir adım atılmış değil. Oysa bu olumsuzluklar o kadar kolaylıkla giderebilir ki...
Geçen gün Fatih Altaylı hatırlatınca ben de anımsadım .
Tüm eleştirileri üstünde toplayan, "tutuklu yargılama" yöntemini gündeme sokan terörle mücadele yasasını bu duruma sokanların kim olduğunu biliyor musunuz?
Yasa hazırlandıktan sonra müdahele eden, dönemin TSK temsilcileri.
İktidar tarafından ortaya çıkarılan metni son derece yumuşak ve yetersiz bulan Genelkurmay temsilcileri, terörle böyle mücadele edilemeyeceğini söyleyip , metni sertleştirmişler ve yargının çok daha rahat hareket etmesini sağlayacak şekilde muğlaklaştırmışlardı .
Kime niyet , kime kısmet...
Doğrusu, ben bu konuda askerin müdahelesini değil, bu müdaheleye imkan veren sivil otoriteyi sorumlu buluyorum.
Birand yazısında, Başbuğ'un tutuklanma olayını, geçmiş dönemde iktidar tarafından çıkarılan, fakat dönemin Genelkurmay yetkilileri tarafından esnek bulunduğu gerekçesiyle daha da sertleştirilip, tutuklu yargılama sürecini başlatan terörle mücadele yasasıyla ilişkilendirdi.
İşte Birand'ın o yazısı;
Kamuoyunda, Başbuğ'dan hesap sorulması değil, tutuklanıp bir koğuşa atılması ve terör örgütü kurup yönetmekle suçlanması tepki çekiyor. Bu gelişme, toplumun bir kesiminin davalara bakışını da olumsuz etkilemeye aday. Tüm eleştirilere rağmen, bir yasa ile hemen değiştirilebilecek olan "Tutuksuz yargılama" konusunda hala "hazırlık" var, ancak somut adım yok.
BAŞKANLIK BAYRAĞI 2008'DE BAŞBUĞ'A GEÇTİ
İlker Başbuğ'un görev dönemini incelediğiniz zaman, Asker-Sivil İlişkilerinin en kritik sürecinde talihsiz bir Genelkurmay Başkanlığı yaptığı sonucuna varabilirsiniz.
Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığını Büyükanıt'tan devralırken, Asker-Sivil ilişkileri son derece gerilimli bir sürece girmişti. Hatırlayacaksınız, Büyükanıt başta olmak üzere, çeşitli rütbedeki Komutanlar AK Parti'ye çok sert tepki göstermişler, bu tutumlarını da konuşmalarla açıkça göstermişlerdi. Hele Büyükanıt'ın imzasıyla yayınlanan 27 Nisan muhtırası, bu ilişkilere tüy dikmişti. Taa ki, 4 Mayıs 2007 tarihinde Erdoğan-Büyükanıt arasında yapılan ve içeriği bugüne kadar açıklanmayan Dolmabahçe görüşmesine kadar süren bu gerilimin ardından, 1.inci Başkanlık bayrağı 2008'de İlker Başbuğ'a geçmişti.
ASKERİN SİYASETE KARIŞMA ÇAĞI KAPANDI
Yeni Genelkurmay Başkanı son derece gerçekçi bir kişiliğe sahipti. Dünya görüşleri ne kadar uyuşmasa dahi, Genelkurmay ile sivil iktidarlar (özellikle de AK Parti ile) arasındaki ilişkilerin, artık eskisi gibi sürdürülemeyeceğini çok iyi görüyordu. Türk toplumunun eğilimleri, Kürt sorununun geldiği nokta, PKK terörünün gücü ve dünya konjonktürünün artık asker üstünlüğünü, hatta bir askeri darbeyi kabul ettiremeyecek noktaya ulaştığını çok açıkça biliyor ve etrafına da söylüyordu. Artık, demokrasi çağına girilmişti. Siyasi iktidarlarla kavga edilmemeliydi. Hukuk her şeyin üstünde olmalıydı.
Artık askerin siyasete karışma çağı kapanmıştı. Komutanlar olduk olmadık zamanlarda konuşmamalı, bu görev - gerektiğinde- Genelkurmay Başkanına bırakılmalıydı.
TSK daha şeffaf, medyaya daha açık, topluma daha yakın olmak zorundaydı. Medya ile ilişkilere daha fazla önem verilmeli, TSK içine kapanıklıktan kurtarılmalıydı.
Göreve geldiğinde, ilk adımlarını, işte bu ilkeler çerçevesinde attı.
Ancak bu tutum pek uzun sürdürülemedi .
GÜL-ERDOĞAN İKİLİSİNİ DOĞRU OKUYAMADI...
Ardı ardına skandallar, belgeler, soruşturmalar patladı. Önce Ergenekon, ardından Balyoz soruşturmaları, TSK içinde bir bomba etkisi yapan tutuklamalar geldi.
Yepyeni ve kimselerin alışık olmadığı bir "hesap sorma" dönemi başladı. TSK ve askerin genel yaklaşımını paylaşan sivil kesimler şoka girdiler ve ayaklandılar. Mutlaka tepki gösterilmeliydi. Genelkurmay Başkanı ne güne duruyordu?
"Talihsizlik " dediğim de işte budur.
Hem benim bizzat gözlediğim, hem de yakın çalışma arkadaşlarından edindiğim izlenimlere göre, Başbuğ bu soruşturmalar ve suçlamalar karşısında sertleşti veya sertleşmek zorunda kaldı. TSK'da büyük bir kaynaşma başlamıştı. "Bunlar kim oluyordu da, Komutanlara hesap soruyor, bir de tutukluyorlardı." Özellikle eski silah arkadaşlarından öyle tepkiler çıkar olmuştu ki, bunlara direnemedi. Tepki göstermese, durumu kontrolünden kaçırabileceğini düşündü. Genelkurmay Başkanı olarak, kurumunu korumak için bu tepkiyi vermekle yükümlü olduğuna inandı. Hem sözlerini, hem de ses tonunu sürekli şekilde arttırdı. Her şeye rağmen, yargıya karşı direnmedi. Soruşturmaları engellettirmedi. Sert demeçlerin ve Başbakan'dan başlayarak İktidarı elinde tutanlara yaptığı uyarıların, gidişi değiştireceğini, yargının genel davranışını frenleyeceğini sandı.
Yanıldı.
Bu defaki İktidarın kararlılığını anlayamadı.
Erdoğan - Gül ikilisini, zamanında ve gerçekçi şekilde değerlendiremedi.
Demeçler hiçbir şeyi değiştirmedi.
DOĞRU İLKELERLE BAŞLANDI ANCAK..
Sanıyorum, kaybedileceğini bildiği bir mücadeleye girdiğini kendi de biliyordu. TSK'nın çok eskilere dayanan alışkanlıklarını, hoyratça tutumlarını, eskiden normal sayılan ancak şimdi suç sayılan tutum ve yaklaşımların farkındaydı. Büyük olasılıkla, "bu silah değil bir borudur " derken veya "kağıt parçası" diye tepki gösterirken, bilerek veya farkında olmadan, kendi karargahının hatalı yönlendirmelerinin de kurbanı oldu .
Doğru ilkelerle başlamış olan bir Genelkurmay Başkanlığı, zanlı bir emekli Orgeneral olarak noktalandı. Hem de, terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanır ( ! ) oldu.
"TERÖRİST BAŞBUĞ" SUÇLAMASI VE TUTUKLAMA TEPKİ TOPLUYOR...
Basını iyice taradığınız zaman durumun daha netleştiğini görüyorsunuz. Zaten hemen her çevreden gelen yankılar, askerin siyasete karışmasına en çok karşı çıkanların büyük bir kesimi dahi aynı görüşü paylaşıyor. Kimse, eski bir Genelkurmay Başkanı'nın soruşturulmasına ve hesap vermesine itiraz etmiyor. Aksine, üstünde durulan en önemli nokta, 1 inci Başkan dahi olsa hesap sorulması dönemine girildiğidir. Bunun bir demokrasi kuralı olduğu kabul ediliyor .
Buna karşılık, Başbuğ'un terör örgütü kurduğu, çete liderliği edip iktidarı düşürmeye çalıştığı şeklindeki suçlama tutmadı. Başbuğ'un ne kişiliğine, ne de bugüne kadarki performansına uymadı. Yargı veya yasa bu şekilde niteleme yapabilir, ancak kamuoyu vicdanı bunu kabul etmedi.
Tepki toplayan ikinci ve daha da önemli unsur, 1 inci Başkanın tutuklanıp hapse konması.
AK PARTİLİ ÜST DÜZEY YÖNETİCİLER RAHATSIZ
Dikkatli şekilde demeçleri de izlenince, iktidar partisi üst düzey yetkililerinin , özellikle Başbuğ ile çalışmış olanların seçtikleri kelimeler, onların da bu "terörist" nitelemesinden ve tutuklanmasından rahatsız olduklarını gösteriyor. Buna rağmen, hala bir kıprıdanma yok. Adalet Bakanı'nın bir hazırlığı olduğu söyleniyor, ancak henüz somut bir adım atılmış değil. Oysa bu olumsuzluklar o kadar kolaylıkla giderebilir ki...
Geçen gün Fatih Altaylı hatırlatınca ben de anımsadım .
Tüm eleştirileri üstünde toplayan, "tutuklu yargılama" yöntemini gündeme sokan terörle mücadele yasasını bu duruma sokanların kim olduğunu biliyor musunuz?
Yasa hazırlandıktan sonra müdahele eden, dönemin TSK temsilcileri.
İktidar tarafından ortaya çıkarılan metni son derece yumuşak ve yetersiz bulan Genelkurmay temsilcileri, terörle böyle mücadele edilemeyeceğini söyleyip , metni sertleştirmişler ve yargının çok daha rahat hareket etmesini sağlayacak şekilde muğlaklaştırmışlardı .
Kime niyet , kime kısmet...
Doğrusu, ben bu konuda askerin müdahelesini değil, bu müdaheleye imkan veren sivil otoriteyi sorumlu buluyorum.