KESK, DİSK ve Türk Tabipler Birliği tarafından yapılan ortak açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük katliamı Anakara katliamının üzerinden tam üç ay geçti. Emek, barış, demokrasi mücadelesinde 10 Ekim’de ve tüm yitirdiklerimizi bir kez daha anıyoruz. Onların mücadelesi bize ışık tutmaya devam ediyor.
Yaşam hakkını korumakla görevli olduğu varsayılan devlet, açık bir tehdit ortada iken, bu tehditten haberdar iken, her türlü istihbaratı almış iken hiçbir tedbir almamıştır” denildi..
101 kişi öldü
Yıllardır toplumsal muhalefete karşı rutin olarak uygulanan polis kuşatması bir yana, İç Güvenlik Yasası ile daha da sert biçimde emek-barış-demokrasi güçlerini baskı altına almayı amaçlayan devlet gücünün, 10 Ekim’de tesadüfen hayatta kalanlara karşı kullanıldığı apaçık oradadır. Bizler 10 Ekim Emek, Barış ve Demokrasi mitingiyle ülkemizin içine sürüklendiği çatışmalı, baskıcı, karanlık günlere, hak gasplarının yoğun olduğu ortama dur demek istedik. Barış çığlığını büyütmek için düzenlediğimiz “10 Ekim Mitingi”nde bir katliamla yüz yüze kaldık. 32’si KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) üyesi olmak üzere 101 insanımız yaşamını kaybetti. 431 kişi yaralandı.
“Bu ülkede devlet hiç olmadığı kadar güçlü bir şiddet aygıtı haline gelmiştir” vurgusu yapılan açıklamada, “MİT’in, polisin ve jandarmanın yetkileri olağan üstü düzeyde arttırılmış, güvenlik bütçeleri olağan üstü düzeyde şişirilmiş, teknolojik olanaklarla herkesi dinleyen, gözetleyen, muhalifleri de sorgusuz sualsiz cezalandıran bir örgütlenme içine girilmiştir. IŞİD ve devletin sorumluluğunu hafifletmeye, ölenleri suçlamaya yönelik bir algı operasyonuna havuz medyasından, Ak-Trollere, Ankara Belediye Başkanı’ndan devletin en tepesine kadar tüm “teşkilat” katılmıştır.
Burada mesele bir güvenlik meselesi değil toplumsal ve politik bir meseledir. Meselenin bir tarafında terör, öbür tarafında “güvenlik” yoktur. Meselenin bir tarafında “emek-barış-demokrasi” güçleri, diğer yanında emek-barış-demokrasi düşmanları vardır” şeklinde değerlendirme yapıldı.
Türkiye’yi yönetenler de dahil herkesin
tarafı gizlenemeyecek kadar ortadadır
“Aslında demokrasi, özgürlük, barışı rafa kaldıran süreç devam ediyor” vurgusu ile devam eden açıklama, “Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu illerinde 250’den fazla yerleşim yerinde sıkıyönetim uygulamalarını da aşan, uluslararası hukukta insanlık suçu olarak kabul edilen şekliyle günlere varan sokağa çıkma yasakları sürüyor. Cizre, Silvan, Lice, Varto, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Hakkari ve daha birçok yerin dünya ile bağı kesildi, tanklar şehirlere indi, evler bombalandı. Keskin nişancılar kadınları, çocukları ve yaşlıları hedef haline getirdi. Çok sayıda sivil yaşamını yitirdi.
Okullar ve hastaneler askeri karargah haline getirildi. Kamu hizmetleri ortadan kaldırıldı. KESK üyesi olan sağlık emekçileri tehdit ve darp edildi, bir ambulans şoförü Şeyhmus Duran, sağlık emekçisi Eyüp Ergen(erkek hemşire) ve en son Sağlık Emekçileri Sendikamız Cizre temsilcisi olan yöneticimiz Aziz Yural yaralı bir kadına yardım ederken keskin nişancıların hedefi oldu ve yaşamını kaybetti.
Sendika Yönetici ve üyeleri hiçbir çatışma olmaksızın keskin nişancıların (güvenlik güçlerinin) direk hedef alarak açtıkları ateş sonucu yaşamlarını yitiriyor. Çatışmalar ve şiddet; başta yaşama ve sağlık hakkı olmak üzere barınma ve beslenme gibi en temel hakları ortadan kaldırdı.
Çağrımız barış çağrısıdır. Çağrımız birlikte, eşit ve bir arada yaşama çağrısıdır. Onun için ülkemiz bir an önce normalleşmeye döndürülmelidir. Baskı, şiddet, inkar, savaş, sindirme ve hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı politikalardan vaz geçilmelidir.
Sokağa çıkma yasakları son bulmalı, insanlarımızın yaşam ve kamusal hizmet haklarına kavuşmaları sağlanmalıdır. İnsanlarımızı “yaşatmak için “ vicdanlarımız birleşmelidir. Ülkenin dört yanından duyarlılığımız, sesimiz, dayanışmamız barış, demokrasi ve özgürlükler için atmalıdır.
Bizler emek ve meslek örgütleri olarak Emek-Barış-Demokrasi düşmanlarının çokça saldırısına maruz kaldık. Bu saldırılar karşısında teslim olmadık, boyun eğmedik, hesap gününün bir gün geleceğini hiç aklımızdan çıkarmadık. Ancak 100’ün üzerinde arkadaşımızı aramızdan alan katliamın ardından “Gün gelecek, devran dönecek” demekle yetinmiyoruz! Bu hesabı her gün sormaya, iktidar uğruna arkadaşlarımızın katledildiğini her gün hatırlatmaya söz veriyoruz!
Biz yaşamın her alanında arkadaşlarımızı yaşatacak, katilleri ve sorumluları hatırlatacağız! Yüz arkadaşımızı yitirdiğimiz katliamın davası “Yüzyılın Davası”olacak ve bu davayı biz kazanacağız! Emek-Barış-Demokrasi kazanacak! Sömürü-Savaş-Faşizm kaybedecek!” şeklinde sürdü. Arzu Bulut
Yaşam hakkını korumakla görevli olduğu varsayılan devlet, açık bir tehdit ortada iken, bu tehditten haberdar iken, her türlü istihbaratı almış iken hiçbir tedbir almamıştır” denildi..
101 kişi öldü
Yıllardır toplumsal muhalefete karşı rutin olarak uygulanan polis kuşatması bir yana, İç Güvenlik Yasası ile daha da sert biçimde emek-barış-demokrasi güçlerini baskı altına almayı amaçlayan devlet gücünün, 10 Ekim’de tesadüfen hayatta kalanlara karşı kullanıldığı apaçık oradadır. Bizler 10 Ekim Emek, Barış ve Demokrasi mitingiyle ülkemizin içine sürüklendiği çatışmalı, baskıcı, karanlık günlere, hak gasplarının yoğun olduğu ortama dur demek istedik. Barış çığlığını büyütmek için düzenlediğimiz “10 Ekim Mitingi”nde bir katliamla yüz yüze kaldık. 32’si KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) üyesi olmak üzere 101 insanımız yaşamını kaybetti. 431 kişi yaralandı.
“Bu ülkede devlet hiç olmadığı kadar güçlü bir şiddet aygıtı haline gelmiştir” vurgusu yapılan açıklamada, “MİT’in, polisin ve jandarmanın yetkileri olağan üstü düzeyde arttırılmış, güvenlik bütçeleri olağan üstü düzeyde şişirilmiş, teknolojik olanaklarla herkesi dinleyen, gözetleyen, muhalifleri de sorgusuz sualsiz cezalandıran bir örgütlenme içine girilmiştir. IŞİD ve devletin sorumluluğunu hafifletmeye, ölenleri suçlamaya yönelik bir algı operasyonuna havuz medyasından, Ak-Trollere, Ankara Belediye Başkanı’ndan devletin en tepesine kadar tüm “teşkilat” katılmıştır.
Burada mesele bir güvenlik meselesi değil toplumsal ve politik bir meseledir. Meselenin bir tarafında terör, öbür tarafında “güvenlik” yoktur. Meselenin bir tarafında “emek-barış-demokrasi” güçleri, diğer yanında emek-barış-demokrasi düşmanları vardır” şeklinde değerlendirme yapıldı.
Türkiye’yi yönetenler de dahil herkesin
tarafı gizlenemeyecek kadar ortadadır
“Aslında demokrasi, özgürlük, barışı rafa kaldıran süreç devam ediyor” vurgusu ile devam eden açıklama, “Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu illerinde 250’den fazla yerleşim yerinde sıkıyönetim uygulamalarını da aşan, uluslararası hukukta insanlık suçu olarak kabul edilen şekliyle günlere varan sokağa çıkma yasakları sürüyor. Cizre, Silvan, Lice, Varto, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Hakkari ve daha birçok yerin dünya ile bağı kesildi, tanklar şehirlere indi, evler bombalandı. Keskin nişancılar kadınları, çocukları ve yaşlıları hedef haline getirdi. Çok sayıda sivil yaşamını yitirdi.
Okullar ve hastaneler askeri karargah haline getirildi. Kamu hizmetleri ortadan kaldırıldı. KESK üyesi olan sağlık emekçileri tehdit ve darp edildi, bir ambulans şoförü Şeyhmus Duran, sağlık emekçisi Eyüp Ergen(erkek hemşire) ve en son Sağlık Emekçileri Sendikamız Cizre temsilcisi olan yöneticimiz Aziz Yural yaralı bir kadına yardım ederken keskin nişancıların hedefi oldu ve yaşamını kaybetti.
Sendika Yönetici ve üyeleri hiçbir çatışma olmaksızın keskin nişancıların (güvenlik güçlerinin) direk hedef alarak açtıkları ateş sonucu yaşamlarını yitiriyor. Çatışmalar ve şiddet; başta yaşama ve sağlık hakkı olmak üzere barınma ve beslenme gibi en temel hakları ortadan kaldırdı.
Çağrımız barış çağrısıdır. Çağrımız birlikte, eşit ve bir arada yaşama çağrısıdır. Onun için ülkemiz bir an önce normalleşmeye döndürülmelidir. Baskı, şiddet, inkar, savaş, sindirme ve hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı politikalardan vaz geçilmelidir.
Sokağa çıkma yasakları son bulmalı, insanlarımızın yaşam ve kamusal hizmet haklarına kavuşmaları sağlanmalıdır. İnsanlarımızı “yaşatmak için “ vicdanlarımız birleşmelidir. Ülkenin dört yanından duyarlılığımız, sesimiz, dayanışmamız barış, demokrasi ve özgürlükler için atmalıdır.
Bizler emek ve meslek örgütleri olarak Emek-Barış-Demokrasi düşmanlarının çokça saldırısına maruz kaldık. Bu saldırılar karşısında teslim olmadık, boyun eğmedik, hesap gününün bir gün geleceğini hiç aklımızdan çıkarmadık. Ancak 100’ün üzerinde arkadaşımızı aramızdan alan katliamın ardından “Gün gelecek, devran dönecek” demekle yetinmiyoruz! Bu hesabı her gün sormaya, iktidar uğruna arkadaşlarımızın katledildiğini her gün hatırlatmaya söz veriyoruz!
Biz yaşamın her alanında arkadaşlarımızı yaşatacak, katilleri ve sorumluları hatırlatacağız! Yüz arkadaşımızı yitirdiğimiz katliamın davası “Yüzyılın Davası”olacak ve bu davayı biz kazanacağız! Emek-Barış-Demokrasi kazanacak! Sömürü-Savaş-Faşizm kaybedecek!” şeklinde sürdü. Arzu Bulut