ANASAYFA arrow right Güncel

Antepli yaşamak için yemiyor “yemek için yaşıyor” adeta...

Antepli yaşamak için yemiyor “yemek için yaşıyor” adeta...
YAYINLAMA: 16 Nisan 2020 / 04.29
GÜNCELLEME: 16 Nisan 2020 / 04.29
SEV Amerikan Hastanesi’nin diyetisyeni Seda Nur Güler ile Antep’te “Diyetisyen” olmayı konuştuk.

SEV Amerikan Hastanesi’nin diyetisyeni Seda Nur Güler ile Antep’te “Diyetisyen” olmayı konuştuk. Zira, yemenin yaşam felsefesi haline geldiği, lezzet kavramının yaşamın merkezine oturduğu, dolayısıyla en leziz yemeklerin yer aldığı bir mutfağa sahip Gaziantep’te diyetisyen olmak, bu insanların yeme alışkanlıklarını değiştirmeye çalışmak, kelimenin tam anlamıyla “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak”tan başka birşey değil....

  

Seda Nur Güler’in portföyünde birbirinden ilginç ve çarpıcı bilgiler var. Örneğin, çocuk obezitesinin hızla artmasına dikkat çekiyor. “Aşırı kilo kız çocuklarında erken ergenliğe neden oluyor” diyor.

Kadınların medyadaki fit görüntülere gıpta edip diyetisyene gelmesi yanında, sırf ‘diyetisyene gidiyorum’ demek için gelen hastalar da var. Genç ve orta kuşakta, görünüm güzel olsun diye, daha üst yaş gelir grubu ‘sağlık’ için diyetisyene gitmeyi tercih ediyor. Güler’e, “Diyetisyene gitmek pahalı bir şey mi diye sorduğumuzda yanıtı,  “Bu memlekette bir kilo baklavaya gözünü kırpmadan 50 lirayı çıkarıp veren insanlar var. Komşusunun evinin ve perdesinin rengine göre evini yenileyenler, arabasını değiştirenler var. Reçeteye harcayacağı para adamın kesip attığı tırnak değil” oluyor.

Seda Nur Güler’e göre, bu kadar lezzet ve damak zevkine düşkün bir kentte insanların yolu diyetisyenle sağlık elden gitmeye başlayınca kesişiyor. “Yemek için yaşarken, bir anda “yaşamak için ne yemeliyim”in derdine düşüyor insanlar” diyor.

 

Kardiyolojide beslenme primer bir sebep

 

-Bir diyetisyen olarak Gaziantepli’nin beslenme profilini nasıl görüyorsunuz?

-Et ve şeker olarak görüyorum. Şeker ve et vazgeçilmezleri. Katmer ve baklava. Antepli sütlü tatlıyı tatlıdan, tavuk etini etten saymıyor. Zaten balık diye bir bilinci ve beslenme kültürü de yok.

 

-Aslında Antep mutfağı Doğu Akdeniz Mutfağı sayılıyor. Çok değişik sebze yemekleri de var. Neden otçul değil de etçiliz?

-Mesela salata yapıyorlar, bol yağlı ve ekşili. Sebze yemekleri de öyle. Aslına bakarsanız mesele şurada: Antepli yaşamak için yemiyor, yemek için yaşıyor. Onları ot kesmiyor. Yemeği yaşamın anlamı olarak görüyorlar.

 

-Böyle bir kültürle, diyetisyenin yolu nerede kesişiyor?

-Ben Nizipli/Antepliyim. Üniversitede okurken kendi kendime ‘hayır ya ben bu mesleği yapamam, bu kadar yemeğe düşkün, hem de ağır yemeklere düşkün bir toplumda gidip nasıl diyetisyenlik yapacağım’ diye düşünmedim değil. Biliyorsunuz burası aynı zamanda Kardiyoloji açısından da yoğun bir kent. Kardiyolojide beslenme primer bir sebep. Yolumuzun keşistiği nokta da işte tam burada yemek için yaşarken, bir anda “yaşamak için ne yemeliyim”in derdine düşüyor insanlar. Büyükbaş hayvan eti tüketimi çok az mesela.

 

-Çünkü az yağlı ve koyun etine göre lezzetsiz buluyorlar onu değil mi?

-Kesinlikle. Bir kere Antepli damağını müthiş lezzete yoğunlaştırmış bir toplum. O lezzeti neyde yakalamışsa ondan vazgeçemiyor. Mesela evlerde hanımlar birbirleriyle pasta, börek yarıştırıyorlar. Kabul  ve toplantı günleri pasta yarışına dönüşüyor. Antep fıstığı insan sağlığı için çok faydalı. Ama hem çok yeniyor, hem de o fıstık şekerle birleştiği anda sağlıksız bir bomba oluveriyor. Tüm bunları yedikten sonra sağlıkları açısından korkmaya başladıklarında da diyetisyenin kapısını çalıyorlar.

 

-Böylesine lezzet düşkünü ve ağır beslenen bir toplumun beslenme alışkanlığını değiştirmek çok zor bir iş değil mi?

-Çok zor elbette. Ancak son yıllarda, insanların beslenme alışkanlıklarına çeki-düzen verme gereği duymalarında sağlık kadar medyanın rolü de yadsınamaz. Özellikle kadınlar, televizyonlarda incecik manken gibi kadınları görünce, ince ve fit görüntünün zarafetini gıpta ile izlediğinde kendisine çeki düzen verme gereği duyuyor. Yani evrensel gerçeklikler onları bize yönlendiriyor diyebiliriz.

 

-Sağlık kaygısı mı daha ağır basıyor, görsellik mi dersek?

-Vallahi, kuşkusuz görsellik çok büyük etken. Ama insanlar şunun da bilincine vardı: Can boğazdan geliyor, ama boğazdan da gidiyor. Günümüzde gelişen teknoloji insan hareketlerini çok kısıtladı. Bunun yanında hormonlu gıdalar yaşamımıza girdi. İkisi birleştiğinde yediğimiz şeyler 1 kilo yerine 5 kilo yapmaya başladı.

 

-Üç yıldan beri diyetisyenlik yaptığınızı söylediniz. İlk günden bugüne size gelenlerin sayısında ne kadar bir artış söz konusu?

-Ciddi bir artış var. Bizim meslekte biraz da hastayla tanınmak var. İşte o şu diyetisyene gitmiş, şu kadar kilo vermiş gibi şeyler diğer insanları da etkileyip harekete geçiriyor. Yani ilk güne göre bire beş diyebiliriz.

 

-Gelenler gerçekten de verdiğiniz reçeteye uyuyorlar mı, yoksa kendini kandıranlar çoğunlukta mı?

-Biliyor musunuz, çevresine sırf diyetisyene gidiyorum demek için gelenler var. Ben bir süre izliyorum, sonra, “Bakın sizin paranız ve vaktiniz çok olabilir. Ama ben haram kazanç istemiyorum” diye sonlandırıyorum tedaviyi. Bunun bizim açımızdan olumsuz sonuçları da söz konusu, şu diyetisyene gittim, hiç kilo veremedim diye konuşuyorlar çünkü. Ama bazılarında kilo vermek bir hırsa dönüşebiliyor. O elbiseye girebilmeyi, komşusunun görüntüsüne kavuşabilmeyi hırs yapabiliyorlar.

 

-Yani başkalarını kıskandığı için zayıflıyor! Kötü bir duygu değil mi?

-Vallahi kıskançlık ve haset insani duygular değil ama, bazen işimize yarıyor. Kozmetik vitrin olarak, ince bakımlı olmak için geliyorlar. Size ilginç bir şey anlatayım. Bir kadın hastam bir-iki geldi. Sonra bana dedi ki ben seni bırakıyorum, çünkü sen çok güzel ve incesin, bu duruma dayanamıyorum, kendime başka diyetisyen bulacağım dedi ve gitti, şoke oldum.

 

-Size daha çok hangi yaş grubundan insanlar geliyor?

-Her yaş grubundan var. Ama ağırlık üniversiteliler ve orta yaş grubu. Bunların kaygısı estetik. Bunun üstündeki yaş grubundakiler de sağlıkları için mecburiyetten geliyorlar.

 

-Ama kilo vermek için belli bir yaşı geçmemek gerekiyor değil mi? Çünkü genç insanın vücudunun kendini toparlaması ile ileri yaşlardaki insanların vücudunu toparlaması biraz zor. Onlar da pörsüme ve deforme oluyor kilo verince.

-Kesinlikle doğru. Çünkü insan vücudu 30 yaşından sonra inişe geçiyor, geriye gitmeye başlıyor. Kilo ne kadar erken verilirse vücudun kendini toparlaması da o kadar kolay ve düzgün oluyor. Bir de şunu özellikle vurgulamak isterim ki, zayıf insan kilolu insana göre daha genç görünüyor.

 

-Çocuk hastaların sayısı da artıyor galiba son yıllarda?

-Maalesef. Artık çocuklar apartman dairelerine sıkışıp, hareketsiz yaşıyorlar. Bizim çocukluğumuz sokakta oyun oynayarak geçti. Ben erkeklerle futbol oynardım. Günümüz çocukları bu açıdan çok şanssız. Aileleri de suçlayamıyorsunuz bunun için, çünkü sokaklar gerçekten tekin değil. Hem çok olumsuz olaylar söz konusu hem de trafik sorunu var. Dolayısıyla televizyon ve bilgisayar karşısında abur-cuburla beslenen çocuklar obez oluyorlar.

 

-Antep’te çocuk obezitesi çok mu yaygın?

-Hem de çok. Önceden hafta 1-2 tane hasta gelirdi. Şimdi haftada 10-15 çocuk geliyor. Kız çocuklarında erken adet çok yaygın aşırı kilo yüzünden. Normalde ortaokul ve lisenin ilk yıllarında olması gereken adet, ilkokul 4. 5. sınıflara kadar indi. Çünkü vücut 4-5 yaşından sonra hantallaşmaya başlıyor. Hormonlu gıdalar, çocuk yaşta sevgili olma beklentisine giriyorlar, bunda televizyon kanallarındaki dizilerin çok olumsuz etkisi var. Orada kreşe giden çocukların birbirine aşık olduğu konuşuluyor. Bunu izleyen çocuklar da o duygusallığa girince hormonlar ve yumurtalık erken gelişiyor.

 

-Diyetisyene gitmek pahalı bir şey midir?

-Artık değil. Benim 3 yıl önce mezun olduğumda 5-6 üniversite diyetisyen yetiştiriyordu. Şimdi 32 üniversite mezun veriyor. Sayı arttıkça, pahalı olmaktan çıktı. Gerçi o zaman obezite bu kadar yaygın değildi ama meslek mensuplarının sayısı da bu kadar değildi ve pahalıydı.

 

-Peki önerdiğiniz reçeteler insanlara bir külfet getirmiyor mu?

-Bu memlekette bir kilo baklavaya gözünü kırpmadan 50 lirayı çıkarıp veren insanlar var. Komşusunun evinin ve perdesinin rengine göre evini yenileyenler, arabasını değiştirenler var. Reçeteye harcayacağı para adamın kesip attığı tırnak değil. 8-10 şiş kebap yerken, çok daha ucuz ve makul bir beslenme öneriyoruz.

 

-Size gelen insanlar, aynı zaman da kilolarından dolayı duygusal anlamda da sorunlu ve mutsuz oluyorlar galiba?

-Birçok vakada öyle. Önce onun mutsuzluğunu anlamanız lazım. Obsesif hastalar var. Bazısı göbek, bazısı kalça bölgesine takmış oluyor. Onlara diyeti eğlenceli hale getirmeye uğraşıyoruz. 25-30 kiloyu sanki birkaç haftada almış gibi, birkaç haftada da vermek istiyorlar. Soruyorum bu kiloyu ne zamandan beri almaya başladınız, 5-6-7 yıl diyor. Peki bir haftada nasıl vereceksiniz? Haftada 5 kilo vereyim diyor.

 

-Aynı zaman da psikolog olmanız lazım.

-Psikolog arkadaşlardan yardım aldığımız durumlar oluyor. Hastaya kendini sevdirmek, kabullendirmek zorundayız. Bir başkası 34 beden olur, ama siz olamazsınız. Vücut yapınız, kemik yapınız buna uygun değildir çünkü. Onları ikna etmek de tedavinin bir parçası.

 

-Antepli sütlü tatlıyı tatlıdan saymıyor dediniz? Gerçekten de ne kadar güzel sütlü tatlılar var, dondurma var. Siz sütlü tatlıları diyet listenize alıyor musunuz?

-Alıyoruz, diyet listemizde var. Ama ben haftada bir  “off” günü veriyorum. O gün katmer ve baklavanın dibine vuruyorlar.

 

-Size gelen hastaların gelir profili nasıl?

-Mesleğe başladığım ilk yıl, yani üç yıl önce yüksek gelir grubundan insanlar geliyordu. Şimdi orta gelir grubundan daha çok geliyorlar.

 

- Mesela diyet listenizde Yaban Mersini mutlaka yer alıyor. Kolay bulunan ve ucuz bir meyve değil. Büyük marketlerde dondurulmuşu var. Türkiye’de de yalnızca bir-iki üreticisi var. Neden Yaban mersini, onu ikame edici başka bir şey öneremez misiniz?

-Yaban Mersini çok iyi bir antioksidan. Hücre yeniliyor. Biz yıkım yapıyoruz, Yaban Mersini hücre yenileyerek vücudun direncini artırıyor.

 

-Yoğurt konusuna kısıtlama getiriyorsunuz neden? Yoğurttan ne olacak diye düşünürüz biz.

-Bir kişi bir günde toplamda 2 su bardağını geçmeyecek süt ve süt ürünleri tüketmelidir. Çünkü daha çok köy yoğurdu tüketiyoruz, çok yağlı. Tarım Bakanlığı’nın denetimleri Brusella tehlikesini en aza indirmiş durumda ama bir de o tehlikesi var. Dolayısıyla çok sağlıklı bulmuyoruz. Etiketi ve ambalajı sağlıklı market yoğurdunu tercih etmemiz daha iyi.

 

-Onlarda katkı maddesi var ama...

-Sağlık Bakanlığı katkı maddesi olayını sıkı denetliyor. Katkı maddesi yok, uzun süre dayanmasını sağlayacak koruyucu içeriyor sadece. Ama dediğim gibi onun da markası ve ambalajının sağlıklı ve sağlam olanı tercih edilmeli.

 

-Ekmeği çok tüketen bir toplumuz, aynı zamanda en çok israf eden. Ekmeğin bu kilolardaki rolü ne kadar? İnsanları ekmekten nasıl vazgeçiriyorsunuz?

-Çok fazla. Bir kere makarnayı, pilavı ekmekle tüketerek büyütüyoruz çocuklarımızı. Çocukluğumuzda hep makarna ve pilavla ekmek yerdik. Bırakın makarna ile pilavı, ben lahmacunu fırında yapılan açık ekmeğin arasına sararak yiyenleri biliyorum. Çocukluktan beri yetişme tarzına bağlı bir alışkanlık. İkna ile bundan vazgeçirmeye çalışıyoruz.

 

-Siz diyet yapar mısınız, böyle formda kalmayı nasıl beceriyorsunuz?

-Ben de insanım. Neyi, hangi gıda ile tükettiğimin bilinciyle besleniyorum. Mesela öğle vakti et yemişsem, akşam sebze, salata yiyorum. Tatlıyı çok seviyorum. Ama haftada, 15 günde bir yiyorum. Eğer tatlı yemişsem, o hafta daha dikkatli besleniyorum. Bu tıpkı kışın üşümemek için üzerimize daha fazla ve kalın giysiler giymek, yazın da sıcaktan daha az etkilenmek için ince giysiler giymek gibi bir şey, vücudunuzu kontrollü olarak dengeleyeceksiniz. Bakın beslenme o kadar önemli ki, biz burada 3 ekmek, 5 köfteyi tartışırken, bilim beslenme ile gen değiştirmeye uğraşıyor. Beslenme konusunu bir bina gibi düşünürsek aslında bizim yaptığımız bölümü diyet,  o binanın yalnızca bir tuğlası.

 

-Aşırı kilonun insanların cinsel yaşamına da olumsuz etkileri var mı?

-Kadınlarda özellikle. Adet görmeme ve yumurtalıklarda kist olayı gelişiyor. Kadın doğum uzmanları kist olan kilolu kadınları kilo vermesi için bize yönlendiriyor. Çünkü yağlardan dolayı yumurtalığa etki edemiyor. Hamilelikte sıkıntı yaşanıyor. Bir de insanlar vücut olarak kendilerini rahat hissedemiyorlar. Rahatsızlık duyuyorlar ve bu da beraberinde psikolojik sorunları getiriyor.

 

-Seda Hanım, “Su içsem yarıyor, su içsem kilo alıyorum” sözü sizin için ne ifade ediyor?

-Kişinin çok hareketsiz ve metabolizmasının çok yavaş olduğunu anlatıyor.

 

-Zira siz insanlara kilo verdirmek için su içiriyorsunuz değil mi?...

-Elbette, çünkü vücuttaki yağlar gayta ile değil, idrarla atılır. Bu yüzden bol su içilmesini öneriyoruz.  Vücutttaki bir takım toksinleri de bu yolla dışarı atıyoruz.

 

-Yaramazlık yapan, sizin tavsiyelerinize ve yasaklarınıza uymayanlara karşı davranışınız nasıl oluyor? Tatlı-sert bir , “Hıımm... Yaramazlık istemiyorum” tavrınız oluyor mu?

-Öncelikli ilkemiz, “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” oluyor. İnsanlar kontrol altına girdiğinde yasaklar cazip hale gelebiliyor. Bunu bildiğimiz için, hastaya fazla saygısızlık da etmeden, tatlı-sert bir davranış içerisine girdiğimiz oluyor...

 

-Gaziantep, Türkiye’de en fazla şeker hastası bulunan il. Nüfus yoğunluğuna vurduğunuzda belki de dünyada bir numara deniliyor. Bu beslenme tarzı kuşkusuz şeker hastalığını tetikliyor. Diyet bu insanlar için de iyi bir seçenek değil mi?

-Tip 1 denilen doğuştan şeker hastalarını ayrı tutmak lazım. Fakat Tip 2 dediğimiz beslenme kaynaklı şeker hastalığında kilo çok önemli. Çünkü pankreasın salgıladığı insülin yeterli gelmiyor, kilo artıyor. İnsülin direncinin oluşması kilo almayı kolaylaştırıyor. Kilo vermek, bu hastalar için hayati önem taşıyabiliyor.

 

-Daha çok kimler geliyor size kadınlar mı, erkekler mi?

-İlk yıllarımda erkek sayısı yok denecek kadar azdı. Daha çok kadınlar geliyordu. Fakat şimdi neredeyse yarı yarıya sayı.

 

-Bir oran verecek olsak, hastalarınızın yüzde kaçı uyuyor verdiğiniz reçeteye? Yoka önemli bir bölümü, sizin listedekileri yemekten önce yemekten sonra diye mi algılıyor?

 

-Başlarda verdiğimiz diyete uyanların oranı yüzde 35-40 oranındaydı,  şimdi bu oranın yüzde 65-75’lere çıktığını söyleyebilirim. Bitki çayları çok önemli rol oynuyor kilo vermede. Hem yağ yakılmasına yardımcı oluyor, hem iştahı baskılıyor, hem de melisa, yasemin gibi çaylar sakinleştirici olarak hastayı rahatlatıyor. Çünkü diyette sağlıklı uyku da çok önemli bir faktör.

 

-Hasta size geldi, reçetenizi de dört dörtlük uyguladı, 10-15 kilo verdi diyelim. Ya sonra?

-Zaten bu süre zarfında beslenmesini dengelemeyi öğrenmiş oluyor. Elbette her defasında bir lokma daha fazla giderse yine başa döner. O nedenle takibe alıyoruz hastayı. Haftada bir, daha sonra ayda bir takiple eğer aldığı bir-iki kilo varsa hemen müdahale ediyoruz. 

 

-Diyete başlarken bazı ölçümler yapılması gerekiyor diye biliyorum, örneğin kandaki yağ oranı gibi. Ya da hastanızın vücudu neleri daha çok yakıyor gibi.. Bu ölçümler alınmadan diyet yapmak doğru mu? Siz bu ölçümleri yapıyor musunuz hastalarınıza?

-Kan tahlili yapıyoruz, damardaki yağ oranını ölçüyoruz ve hastanın vücut analizini yapıyoruz. Zaten diyet bu verilere göre şekilleniyor. Bunlar yapılmadan uygulanacak bir diyet sağlıklı bir diyet olmaz. İnsanlar internetten kendine bir diyet seçer yapar, bize ne gerek var.

Röportaj N.B- Yayına hazırlayan Arzu Bulut

 

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *