17 Ağustos depreminin 16. Yılı nedeniyle Jeoloji Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası başkanları, kentlerdeki denetimsiz ve yasalara uygun olmayan yapılar konusunda uyarıda bulundu
Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Ali Serindağ: “Kentlerimizin büyük ölçüde yerleşime uygun olmayan alanlarda, denetimsiz ve yasalara aykırı yapılaşmalarla biçimlenmiş olması, yaşanan doğal afetlerin kentlerimizde yarattığı tahribatın hem insani hem ekonomik açıdan çok büyük boyutlara ulaşmasına neden olmaktadır. Bu noktada, 1999 Marmara depreminden sonra depremlere çare olacağı anlayışı ile çıkarılan Yapı Denetim Kanunu ve mevzuatı ile 2011 yılından Van depreminden sonra çıkarılan Kentsel Dönüşüm (Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun) çalışmaları hızla amacından uzaklaşarak “kentsel imar rantının dönüştürülmesi” odaklı hale gelmiş , jeoloji mühendisliği mesleğini ve bilimi yok sayan “ben yaparsam olur” mantığıyla şekillenmesi kaygılarımızı yükseltmiştir.”
Mimarlar Odası Başkanı Sıtkı Severoğlu: “Kentimizdeki gecekondu, ruhsatsız yapılan yapıların sağlıksız, çürük ve afet riski altında olmasının yanında, 1999 yılı öncesinde projelendirilmiş ruhsatlı yapıların da tamamı günümüzde uygulanan ve 99 depremi sonrası çıkan yönetmeliklere göre; depreme dayanıklı değildir. Özellikle kaçak yapılaşma alanlarında afet riski adı altında yapılan uygulamalarda temel amaç rant elde etmek üzerinden yürütülmektedir. Bu yapıların yenilenerek sağlıklı yaşam koşullarına uygun hale getirilirken, insanlar yaşadıkları yerde kalmaları temel amaç olmalıdır. Başka yerlerde yeniden sağlıksız konut yapma arayışlarına gitmeleri önlenmelidir. 99 Depremi sonrası uygulamalara başlayan yapı denetim kuruluşları, mevcut yönetmeliklerle yeterli ve gerekli fonksiyon üstlenememektedir.”
“17 ağustos depreminin üzerinden 16 yıl geçti. 16 yıl önce başta Gölcük olmak üzere neredeyse tüm Marmara Bölgesi 7.4 büyüklüğünde olan depremin yıkıcı etkisini yaşadı; binlerce insanımız hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı, ülkemizin ekonomisi ağır ölçüde etkilendi. Ülkemizin en doğusundan en batısına, en kuzeyinden en güneyine kadar bu coğrafyada yaşayan insanlar, az veya çok ölçekte etkilendi” hatırlatmasında bulunan Mimarlar Odası Başkanı Sıtkı Severoğu, “Bilindiği gibi Gaziantep yakınından Doğu Anadolu Fay hattı geçmektedir. 6 Parçadan oluşan bu Fay hattının hemen yanı başımızda bulunan İslahiye, Nurdağı, Türkoğlu ve Gölbaşı fay hattında meydana gelecek bir hareket çok önemli sonuçlar ve sorunlar ortaya çıkarabilir. 1114 ve 1513 yıllarında iki büyük deprem yaşanan bölgemizde bulunan fay hattı 500 yıldan bu yana uyumaktadır, uzmanlar her an bir hareketlenmenin göz önünde bulundurulması konusunda uyarılarda bulunuyor” dedi.
Gaziantep’te bulunan yapı stokunu depreme hazırlamanın ve deprem zararlarından korumanın en bilimsel ve akılcı yolu bütünlüklü bir planlama anlayışının sürdürülmesidir” diyen Severoğlu, “Ayrıca bilimsel bilgi ve bütünlüklü bir planlama anlayışına bağlı olarak; Mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi gerekir, Onarım ve güçlendirilme çalışmaları rasyonel ve ekonomik değilse yıkılıp yeniden yapılması gerekir, Yeni yapılacak yapıların yeterli ölçüde mühendislik hizmeti alması ve denetlenmesi gerekir, Deprem riskini gidermek için yapıların sigortalı olması gerekir. Ne yazık ki; 17 Ağustos 1999 Depreminin üzerinden 16 yıl geçmiş olmasına rağmen bu dört alanda da önemli ölçüde sorun bulunmaktadır” diye konuştu.
Yaşanacak bir depremde hasar görecek yapının riskini azaltmanın bir yolu olması gereken sigorta yaptırma konusunda da yetersizliğin devam ettiğine dikkat çeken Severoğlu, “DASK kapsamında sigortalı konut oranı yaklaşık olarak yüzde 35 seviyesindedir. Tüm yapıların sigortalanması için çalışma yapılmalıdır. Ayrıca hastane ve okullarımız başta olmak üzere diğer kamu yapılarımızın önemli bir kısmı da bugün deprem riski altında bulunmaktadır. Eski eserlerimiz, müzelerimiz, apartmandan bozma okul, dershane, klinik, üniversite binaları, yurtlar da önemli ölçüde deprem riski altında bulunmaktadır. İnsanlarımızın toplu olarak çalıştıkları endüstri tesisleri, küçük ve büyük iş yerleri, apartman altı küçük boy işletmeler de deprem riski altında bulunmaktadır. Açıkçası yapı stokumuzun durumu hiç de iç açıcı değildir. Gerekli önlemler alındığı takdirde afetleri maddi manevi kayıplar yaşamadan atlatmak mümkün olacaktır” diye açıklama yaptı.
“17 Ağustos, afetlere karşı güvenli bir yaşam için sönen umutları yeniden canlandırmak, yurttaşlarımıza güven duygusunu yeniden kazandırmak ve depremle yaşamayı öğrenebilmemiz için, bize sorumluluklarımızı sürekli anımsatan bir tarih olmuştur “diyen Jeoloji Mühendisleri Odası Gaziantep İl Temsilcisi Ali Serindağ ise, “Artık hepimiz biliyoruz ki ülkemizin, tektonik, jeomorfolojik yapısı ve sahip olduğu iklim özellikleri nedeni ile büyük can ve mal kayıplarına yol açan doğal afetlerle sık sık karşılaşmaktadır ve karşılaşmaya bundan sonra da devam edecektir. Mevcut deprem bölgeleri haritamıza göre; topraklarımızın yüzde 66'sı 1’inci ve 2’inci derece deprem bölgesinde bulunmaktadır.
Konutlarımızın yüzde 44’ü 1. derece, yüzde 25’i 2. derece deprem bölgesinde yer alırken, nüfusumuzun yaklaşık 34 milyonu yani yüzde 43’ü 1. derece, yaklaşık 22 milyonu yani yüzde 30’u 2. derece deprem bölgesinde yaşamaktadır. Yapılarımızın ve ülke nüfusunun büyük bir çoğunluğunun bulunduğu 1. ve 2. derece deprem bölgelerinde büyük bir deprem olma olasılığı her zaman vardır ve yüksektir. Sadece depremler yüzünden, 1900’lerden bu yana yaklaşık 100 bin vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 500 bine yakın yapımız hasar görmüştür.
Farklı büyüklüklerde yılda ortalama 25 bin depremin meydana geldiği ülkemizde, geçen 16 yıl içerisinde 2002 Afyon depremi, 2003 Bingöl depremi, 2010 Elazığ depremleri, 2011 Simav ve Van depremleri, 2014 Çanakkale depremleri, ülkemiz deprem aktivitesinin önemini bizlere sürekli hatırlatmaktadır” diye konuştu.
Serindağ, Çağdaş ülkelerde böyle bir gerçekle karşı karşıya kalan toplumun her kesiminin afet zararlarının azaltılması konusunda kendine düşen görevleri yapması gerekirken, ülkemizin gerçeği olan deprem konusunda; bireyden kamu kurumuna, özel sektörden sivil toplum örgütlerine kadar çok paydaşlı bir yapıda oluşturulması gereken çalışmalar bu güne kadar maalesef ortaklaştırılamamıştır” diyerek kaygılarını şöyle dile getirdi:
“Kaygılanıyoruz çünkü;
Türkiye, coğrafi açıdan afet olasılığının yüksek olduğu bir bölgede yer almasına ve tarih boyunca çeşitli büyüklükteki afetlere maruz kalmış olmasına rağmen, sağlıklı yapı stoğuna sahip, güvenilir kentsel çevreler yaratmak konusunda başarılı olamamıştır. Mevcut yapı stoğumuza bakıldığında, ülkemizin depreme karşı savunmasız olduğu görülmektedir. Ülkemizdeki hemen hemen tüm yerleşmelerin, günümüz dünyasının ulaştığı fen ve sanat ile yasal mevzuata aykırı, yasadışı yerleşme ve yapılaşma eğilimlerinin yarattığı sorunlarla yüz yüze olduğu bilinen bir gerçektir. “
“Kaygılanıyoruz çünkü;
Ülkemizin deprem gerçeği bilinmesine ve tüm uyarılarımıza rağmen ilgili kurumların işlettikleri kritik tesislerimizde (barajlarımız, demiryollarımız, okullarımız, köprülerimiz gibi) depreme karşı gerekli tedbirlerin (erken uyarı sistemleri, deprem gözlem sistemleri, yapı sağlığı izleme sistemleri gibi) alınmadığını ve yaşanan büyük depremlerden ders alınmadığını kaygıyla izliyoruz.”
“Kaygılanıyoruz çünkü;
Ülkemizin afet ve acil durumlarla ilgili sorunlarını çözmek, koordinasyonu sağlamak, sağlıklı bir kentsel dönüşümü gerçekleştirmek, çevre felaketlerini önlemek ve planları hayata geçirmek üzere kurulmuş olan ilgili kurumların ‘risk yönetiminden’ ziyade ‘kriz yönetimi’ odaklı çalışmalara yoğunlaştıkları, eskiden olduğu gibi zarar azaltma yerine “yara sarma” politikasını ısrarla sürdürdüklerini kaygıyla izliyoruz.”
“Kaygılanıyoruz çünkü;
Depremler sonrası ortaya çıkan büyük hasar tablosunun, ülkemizin sosyo-ekonomik düzeyi ve gelişmişliği ile de ilgili olduğunu, uzun zamandan beri alınan yanlış kararların ve uygulamaların sonucu olduğunu artık herkes kabul etmektedir. Ancak tüm bu gerçeklere rağmen, sorunların sebebi olarak sadece müteahhitleri, belediyeleri, bazı kamu birimlerini veya sadece bazı meslek gruplarını gören bir anlayış ile sorun basite indirgenmektir. Siyasi bir irade eksikliği başta olmak üzere, toplumun tüm kesimleri, ilgili tüm meslek grupları ile tüm özel ve kamu kurum ve kuruluşlarının bu sorunun ortaya çıkmasında görece sorumlu olduklarını, aynı zaman da sorunun muhatabı oldukları ve çözümün bir parçası olmaları gerçeğinin farkında olmaları gerekmektedir. Bu farkındalığın hala oluşturulamadığını kaygıyla izliyoruz.”
“Kaygılanıyoruz çünkü;
Jeoloji Mühendisliği mesleğinin “depremle baş edebilme” kavramı içinde yeterince yer almadığını görüyoruz. Yöneticilerin deprem olayını yerkabuğundaki hareketlere bağlı ve ülkemizdeki aktif fay zonları üzerinde sıklıkla gözlenen bir doğa olayı olduğunu, deprem sonucu meydana gelen hasarların da zemine bağlı ülkemizin jeolojik özelliklerinden kaynaklandığını bilmemelerini, anlayamamalarını ve bu konularla uğraşan bilim dalının da Jeoloji Mühendisliği bilim dalı olduğunu kavrayamamalarını da kaygıyla izliyoruz.”
“Kaygılanıyoruz çünkü;
Uyarılarımıza rağmen; jeoloji mühendislerinin konuyla ilgili kamu kurumlarında, yerel yönetimlerde, özel sektörde yeterince istihdam edilmediğini, mevzuatlarımızda jeoloji mühendisliği meslek disiplinine yer verilmediğini, uygulamalarımızın ve görüşlerimizin yeterince dikkate alınmadığını kaygıyla izliyoruz.
Bu güne kadar binlerce can kaybına, ağır maddi kayıplara yol açan yıkıcı depreme kaynaklık etmiş olan ve İlimizi de tehdit eden Doğu Anadolu Fay Zonu (DAFZ), sessizliğini korumakta ve enerji biriktirmektedir. Üzerinde çok sayıda sismik boşluk bulunan DAFZ‘nun değişik kollarının yakın bir gelecekte yıkıcı depremlere kaynaklık etmesi kaçınılmazdır. Tüm ülkemizi maddi ve manevi olarak yıkan 1999 Marmara ve Düzce depremleri sonrası tüm dikkatler olası İstanbul depremine çevrilmiş, yoğun olarak desteklenen bilimsel çalışmalar da Marmara civarına yoğunlaştırılmıştır. Ancak yukarda belirtilen nedenlerle DAFZ ve yakın civarındaki aktif zonların ihmal edilmemesi gerçeği önemle dikkate alınmalıdır.”
“Sonuç olarak, Kaygılarımızdan arınmak istiyoruz
Amacımız, vatandaşlarımızın diğer dünya vatandaşları kadar çağdaş, çevre, plan, fen ve sağlık açısından uygun ve güvenli yaşam mekanlarına sahip olmalarıdır. Ve biliyoruz ki; Ülke ve bölge düzeyinde yerleşim politikalarının fiziki planlamasının hazırlanması, kent ölçeğinde rantsal anlayıştan uzak arazi kullanım planları yapılması, afet etkilerine dayanıklı yapım sistemlerinin teşviki ve stratejisinin geliştirilmesi, uygun mühendislik tekniklerinin sağlanması, Ar-Ge desteklerinin sağlanması, hedeflenen strateji ve planların hayata geçirilmesi ve ilgili tüm kanun ile yönetmeliklerinin afet risklerini azaltma odaklı olarak yeniden düzenlenmesi ve gereği gibi uygulanmasının denetimi bizi istenen sonuca ulaştıracaktır” Haber Merkezi-Arzu Bulut