Uzun yıllar Gaziantep Ticaret Odası Başkanlığı yapan Mehmet Aslan, bir yıldan beri Kent Konseyi Başkanı olarak özellikle Gaziantep’in sorunlarıyla yakından ilgilenmeyi sürdürüyor. Ama önceliği ekonomideki sıkıntıların aşılması. Bu yüzden biz siyaset sorduk, o ekonomi yanıtı verdi.
* Kent Konseyi Başkanı Mehmet Aslan, Suriyeli mülteci sorununun kısa, orta ve uzun vadede çözüme kavuşturulması için acilen Göçmen Bakanlığı kurularak geleceğe yönelik çalışmaların bu Bakanlığın gözetim ve denetiminde yapılmasında ısrarlı.
*Sanayideki sıkıntıların, bankaların firmalara daha toleranslı davranmasıyla aşılacağı kanısında. Bu konuda da hükümetin acilen bankalar nezdinde girişimde bulunarak sanayiciye destek vermesi gerektiğini vurguluyor.
* Gaziantep’in turizm potansiyelinin hakettiği ölçüde değerlendirilemediğini ve mutlaka üst düzeyde çalışma yapılması gerektiğini ifade ederken de , “Petrol biter, demir, bakır biter, ama kültürel zenginlik kalıcıdır” vurgusu ve hatırlatması yapıyor.
*7 Haziran seçimlerinde halkın “uzlaşma” mesajı verdiğini belirten Mehmet Aslan, “Bence Türkiye için en iyi çözüm, uzun vadeli bir AKP-CHP koalisyonudur” dedikten sonra, “Ama galiba zor görünüyor” diye ekliyor.
Mehmet Aslan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
-Kent Konseyi çalışmaları ne durumda, sanki sesiniz soluğunuz çıkmıyor gibi bir durum var…
-Kent Konseyi, yeni haliyle geçtiğimiz yılın Ağustos ayında kuruldu biliyorsunuz. Çok kısa sürede ciddi mesafe aldık. Yürütme kurulunun kurum başkanlarından oluşması önemliydi. Ayrıca çocuk, kadın, gençlik ve engelliler meclisi oluşturuldu. 270 civarında genel kurul üyemiz var. 18 Çalışma Grubu kurduk.
Yerimiz çok küçük. Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Fatma Şahin yer bulunması konusunda büyük çaba gösterdi. Bu süre zarfında çalışma grupları çok sayıda rapor hazırladı. Ulaşım, altyapı, trafik, imar ve Suriye raporları. Suriye raporunu üst düzeyde yetkililere de iletip paylaştık. Kentle ilgili raporlarımız belediye meclislerinin gündemine geldi ve ilgili birimlere gereğinin yerine getirilmesi için iletildi. Biz bu yapısıyla Kent Konseyi’nin Türkiye’ye bir model olması için yola çıktık. Şimdi, Sayın Valimizin ve Sayın Fatma Şahin’in gayret ve destekleriyle Özel İdare’nin bir katı Kent Konseyi’ne tahsis ediliyor. O zaman daha rahat bir ortamda çalışmalarımızı yürütme imkanı bulacağız. Araya yaz tatili, Ramazan ve seçimler girdi. Eylül ayında kentin en önemli sorunu olan eğitim konusunu ele alacağız. Topluma ve ilgili birimlere mesaj verme durumundayız. Bu bağlamda iyi gidiyor.
-Siz aslında Türkiye’nin gündemiyle ilgili konuşan, hem de sözünü esirgemeden birisiniz. Ama çoktan beri sesiniz çıkmıyor. Mesela 7 Haziran seçimlerini ve sonuçlarını, geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz, bilmek istiyoruz.
-7 Haziran seçimleri “milletvekili” seçimleri olarak yapıldı. Ama milletvekillerinin ismini oy pusulalarında göremedik. Dolayısıyla bu seçimler siyasi partiler seçimi oluyor. Oysa benim hangi partiden kimi seçeceğime karar verme hakkım olmalı. Bu anlamda seçimlerin ismiyle bağdaşık değilim. Biz partiyi seçiyoruz, onlar kendi tercihlerini yapıyorlar. Oysa tercih yapanlarla oy verenler arasında çok ciddi boyutlarda oy farkı var. Bu milletvekilleri açısından da bir handikap. Demokrasi bunun neresinde? Halk kendi tercihini yapabilmeli ki, milletvekilleri de güçlenmeli.
-Yani mevcut milletvekillerinin “Beni halk seçti” demeye hakkı yok bu durumda değil mi?
-Onları kınamıyorum, bu bir sistem meselesi. Onlar da böyle olsun istemiyor ama, oluyor. Eğer yeni bir seçim yapılacaksa, bir tercihle seçime gidilebilmeli. İnsanlar bunu hep söylüyor, dillendiriyor, ama iş yapmaya gelince kimse elini kıpırdatmıyor. Örneğin TOBB, TÜSİAD gibi etkili kurumlar zaman zaman ülke sorunlarıyla ilgili ortak tavır sergileyebiliyorlar. Bu konuda neden parlamento üzerinde bir baskı oluşturmuyorlar? Bu konuda etkili bir baskı unsuru olabilseler, çok şeyi değiştirebilirler.
-7 Haziran seçim sonuçlarını nasıl okumak lazım?
-Halk hiç kimseye tek başına iktidar olma yetkisi vermedi. Seçimden koalisyon mesajı çıktı. Ancak gidişata baktığınızda bu pek kolay görünmüyor. Ben Türkiye’nin bugünkü şartlarında uzun vadeli, belli prensiplerde anlaşmış, bir AKP-CHP koalisyonunun ülkenin rahatlaması ve demokratikleşme yolunun devamı için olumlu olacağını düşünüyorum.
-Türkiye yeniden bir seçime doğru mu gidiyor?
-Öyle görünüyor. Ama yine aynı şartlarda seçime gidilirse, aynı şekilde sonuç çıkabilir. Halk uzlaşmayı öğrenin diyor.
-Seçim öncesinde tek parti iktidarı ve istikrar vurgusu yapıldı. Oysa koalisyonlar da demokrasi açısından bir uzlaşma ortamı yaratıyor, siz hangisine olumlu bakıyorsunuz?
-Seçimle geldikten sonra tek parti iktidarı da koalisyon da meşrudur. Türkiye geçmişte koalisyonlar döneminde siyasi ve ekonomik zikzak yaşamıştır. Çok başarılı koalisyonlar da tek parti iktidarları da olmuştur. Batı’da da çok başarılı koalisyonlar ve tek parti iktidarlarının örnekleri var. Halkın sizi seçmesi yetmiyor. Halkın milletvekillerini direkt seçmesinin önündeki engellerin kaldırılması lazım. Böyle olursa partilerin yanlışlardan arındırılması konusunda milletvekilleri daha etkin rol oynayabilirler.
Bu iki partinin bir an önce uzlaşarak bir koalisyon kurması, memleketin hayrına olacaktır.
-Ama cumhurbaşkanı istemiyor böyle bir oluşumu…
-Onu bilemem. Ama ben olması gerekir diye düşünüyorum.
-Suruç olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tam bir vahşet! İnsanım diyen herkesin, her grubun şiddetle lanetlemesi gereken bir olay. Tüm demokrasilerde mücadele fikirle yapılır.
-Seçimde sanki tüm seçmen HDP’nin barajı aşmasına kilitlendi, ne dersiniz?
-7 Haziran’ın halkın koalisyon mesajı vermesi yanında en önemli sonucu, HDP’nin ilk kez parti olarak girdiği bu seçimde yüzde 13 oy alarak parlamentoya girmesidir. Bu ülkenin birinci sınıf vatandaşları olan tüm insanlar parlamentoya girerek yasal zeminde kendini ifade etme hakkına sahiptir.
İçinde bulunduğumuz tarihsel süreç ve Türkiye’nin şartları açısından HDP’nin meclise girmesi çok önemli. O nedenle HDP’nin bu süreçte samimiyet testinden geçmesi gerekiyor.
-Ama , hükümet, sistem yıllardan beri uyguladığı, baskı ve yıldırma politikasına devam ediyor. Onlar da insan, herşeyi sineye mi çekecekler?
-7 Haziran seçimlerinde halk, Kürtler’e, “Biz sizin çektiğiniz sıkıntıları gördük. Dil açısından, ekonomik açıdan, sosyal açıdan yıllardır uğradığınız haksızlıkları kabul ediyoruz. Demokrasi ve barış için, parlamento çatısı altında yasal zeminde mücadele etmelisiniz, terör grupları ile ilginiz kalmamalı” dedi. Parlamento çatısı altında, silahlı örgüt himayesinde olmadan. Bu nedenle, HDP bana göre bir samimiyet testinde. Bu süreci iyi tamamlaması Türkiye’nin geleceği, barış ve demokrasi açısından çok önemli.
-Devletin olumsuz tavrı ve yaklaşımı ne olacak?
-Onların bu tavrı, devletin tavrını da değiştirir. Toplum desteğini kaybetmemek lazım. HDP yöneticilerinin, tüm yetkili birimlerinin mücadeleyi yasal zeminde götürme zorunluluğu var. Onların bu tavrı demokratik gelişmelere çok büyük katkı sağlayacaktır.
-Suriye meselesinde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Suriye’de iç savaş başlamadan önce ben Türkiye-Suriye Ekonomik İşbirliği Genel Sekreterliği yapıyordum. Biz Suriye konusunda müttefiklerimiz tarafından Esad’ın hemen düşeceği konusunda ikna edildik. Oysa uluslararası toplumla, birebir taraf olmayan yönetimle demokratik hak talep edenlerin uzlaşmasına yardımcı olabilirdik. Esad’ın kalacağı ortaya çıkınca, müttefiklerimiz de tavır değiştirince, ortam tamamen değişti.
-Ve Suriye ve Suriyeliler konusu ülkenin en önemli sorunu haline geldi değil mi?…
-Suriyeli mültecilere şu ana kadar 6 milyar dolar harcadık. Bunun bir de sosyo-ekonomik, eğitim ve sağlık boyutu var. Bugün 400 bin insanı New York’a, Tokyo’ya da götürüp bıraksanız, aynı sorunlar orada da ortaya çıkar. Antep olarak en büyük yükün altına girmiş bir iliz. Bu insanların savaş kaçtıkları, meselenin insani boyutunun ön planda olduğu doğru. Ama bugün kentin sokaklarının şekli ve rengi değişti. Gettolar oluştu. Asayiş ve güvenlik sorunu doğdu. Eğitim, sağlık ve barınma sorunları ortaya çıktı. Bu insanların sosyal entegrasyon sorunu var. Aynı kültürün insanları değilsiniz. Bu sorunun kısa, orta ve uzun vadede yaratacağı sorunların bir an önce ele alınarak çözüme kavuşturulması kaçınılmaz.
Bir Göçmen Bakanlığı kurulması elzem. Eğer bu Bakanlık kurulup gerekli planlama yapılırsa, olayın bugünü, yarını, 2020’si, 2023’ü planlanırsa, sorunu daha kolay aşmamız mümkün olabilir. Ama acilen bu Göçmen Bakanlığı kurulmalı.
-Suriye sınırındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Sınırda IŞİD, PYD, Suriye güçleri çatışma halinde. İçeride kamu düzeni çökmüş bir ülke var. Sınırımızdan giren 2 milyonun üzerindeki göçmenin hangisinin, hangi grupların içerisinde, hangisinin hangi hücrenin adamı olduğunu bilmiyoruz. Bu gruplara insani yardım adı altında yardım yapan bir takım örgütlenmeler var. Antep’te güvenlik ve asayişin çok daha önemli şekilde ele alınması lazım.
-Kent Konseyi olarak hazırladığınız Suriye Raporu yetkililerden gereken desteği ve ilgiyi gördü mü?
-Bu konuda hazırladığımız raporda yerel yönetimler, valilik ve afet merkezi açısından yönlendirmelerimiz oldu. Raporlarımızı her birime gönderdik. Yerel yönetimle Kent Konseyi olarak kentin sorunlarına çözüm bulmak amacındayız. Bugüne kadar ilişkilerimiz gayet sağlıklı gitti. Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Fatma Şahin’in çok büyük katkıları oldu. Çünkü bir önceki dönemden çok ciddi sorunlar devraldı. Büyüyen sorunlar var. Her yere yetişmeye çalışıyor. Büyük bir gayret içerisinde. Önerdiğimiz konuları hemen belediye meclisinin gündemine getiriyor.
-Kent Konseyi’nin önümüzdeki süreçte ilk konusu eğitim dediniz, daha sonra gündemde hangi sorunlar var?
-Eğitimden sonra turizm ve tanıtma konusunda rapor hazırlayacağız. Bakın bugün Antep yılda 6-7 milyar dolarlık ihracat yapıyor ama, Ortadoğu’daki gelişmeler nedeniyle sıkıntılıyız. Suriye ve Irak üzerinden ihracat kanalımız kapalı. Ro Ro seferleriyle sorunu aşmaya çalışıyoruz Mısır’la sorun yaşadığımız için o da yürümüyor, ayrıca maliyette artıyor. Bizde Batı’dan alıp Batı’ya satan çok az firma var. İhracat güzergahı konusunda ciddi çalışma yapılmalı. Ve acilen yeni pazarlar bulmalıyız.
Bankacılık sistemi ile sorun yaşanıyor. Bankalar firmalara gereken finansal desteği sağlamada çekince gösteriyor. Firmaları destekleyici bir tavır içerisinde değil.
Firmaların çoğu üretimini korumaya çalışıyor ama, bazı büyük firmaların arsa spekülatörlüğü yapmaya çalışarak paraları buraya aktarması, pazar sıkıntısı, bankaların üretim yapan firmalara karşı da katı davranmasına neden oldu. Bankaların bu durumu aşması lazım.
-Sözlerinizden ekonomik gidişatın iyi olmadığı izlenimi ediniyoruz…
-Yani ekonomik ortam çok rahat değil. Yeni pazarlara açılmakla ilgili, yeni çalışmalar yapılmalı. Bankaların firmalarımıza daha töleranslı davranması lazım.
Örneğin trikoda, plastikte firmalar 8 aydan beri borçlanarak üretim yapıyorlar ve mal satamıyorlar. Özellikle Rusya pazarı kapalı. Laleli’nin yarısı satılık. İhracatımızın yüzde 30-35’ini yaptığımız Irak piyasası da sıkıntılı. Diğer sektörlerde de benzer durumlar söz konusu. Bankalar çok sıkı davranmaya başladı. Hükümet ve ilgili kurumlar bankalar nezdinde acilen eyleme geçmeli.
-İhracattaki sorunların aşılması için ne yapılmasını öneriyorsunuz?
-İhracatta sigorta sistemi oluşturulmalı. Ben Sayın Erdoğan Başbakan iken, Irak’a yaptığımız 5 milyar dolarlık ihracat için bir fon oluşturulmasını önermiştim. Olumlu bakmıştı, ancak sonrasında bir gelişme olmadı, hayata geçirilemedi. Bir fon oluşturulursa, firmalarımız Irak’a gidip her işi daha rahat yapabilir. Gaziantepli üretimi sever. Yeter ki finans konusunda rahat olsun. Ancak yeni bir finans modeline ihtiyacımız var.
Bir de Gaziantep’in çok ciddi bir turizm potansiyeli olduğunu unutmamak lazım. Bu konuda da, Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na çok görev düşüyor. Hatay, Kahramanmaraş, Mardin, Urfa ve Gaziantep’i de içine alacak üst düzeyde bir koordinasyona ihtiyaç var. Petrol, demir, bakır biter, ama turizm bitmez. Bu potansiyeli çok iyi değerlendirmek ve kullanmak zorundayız.