ANASAYFA arrow right Güncel

Türkiye’de müteahhitler genel olarak açgözlü, denetimler ise maalesef kağıt üzerinde

Türkiye’de müteahhitler genel olarak açgözlü, denetimler ise maalesef kağıt üzerinde
YAYINLAMA: 18 Kasım 2024 / 12.26
GÜNCELLEME: 18 Kasım 2024 / 12.26

TÜTAV Başkanı Koçoğlu, kentlerde tarihi ve kültürel mirasın yok edildiğini söyledi: 'Müteahhitler açgözlü, denetim kağıt üzerinde'

“Türkiye’de müteahhitler genel olarak açgözlü. Denetimler ise maalesef kağıt üzerinde. Bugün; muhteşem yapıtların, kent silüetlerinin rant kaygıları nedeniyle kurban edildiğine tanık oluyoruz.” “Kentler için kimlik kaybı, geri gelmeyecek bir kişilik kaybıdır. Tarihi ve kültürel mirasımıza sahip çıkmak, kendimize sahip çıkmaktır. Dünyada kent kimliğinin korunması mucize değil, Türkiye’de de olmamalı.”

Türk Tanıtma Vakfı (TÜTAV) Başkanı Şükrü Koçoğlu Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. 

- Türk Tanıtma Vakfı (TÜTAV) neden kuruldu, amacı nedir?

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müsteşarı olan Kemal  Baytaş, emekli olmasının ardından 1982 yılında TÜTAV’ı kurdu. Vakıf, Türkiye’nin dış tanıtımını sağlamak, Türkiye’nin olumlu imajını yaratma faaliyetlerinde bulunmak ve bu tür faaliyetleri desteklemek amacıyla yola çıktı. 

- Bu güne kadar neler yapıldı?

Bugüne kadar Amerika'dan, Asya'ya, Afrika'dan, Avrupa’ya hemen her kıtada ve 33 ülkede binin üzerinde etkinlik ve performans sergilendi. Baytaş, ayrıca TÜTAV’dan yaklaşık 10 yıl sonra Çin Dostluk Derneği'ni kurdu ve böylece Çinlilerle ilk irtibat kuran sivil toplum kuruluşu TÜTAV oldu.  Çin'e yaklaşık 30 kez gidildi. O zamanlar, özellikle 80’lerin başında dünya, henüz bu kadar küçülmemişti. Türkiye'nin çok daha fazla tanıtıma ihtiyacı vardı. TÜTAV da bu görevi üstlendi.

- Tanıtımlarınızda neler öne çıkıyor?

Türkiye’nin folkloru, gastronomisi, el sanatları, esasında özetle Türk kültürüyle ilgili aklınıza ne gelirse bizim tanıtımlarımızda var. Farklı ülkelere gastronomi için aşçılar, folklor için dansçılar gidiyor. Vakfın ilk kurulduğu zaman 18-19 yaşında olan dansçılarımız şimdi 50’li yaşlarına geldiler ve hala Türk tanıtımı için çeşitli ülkelere gidiyorlar. Örneğin daha yeni Karadağ'da düzenlenen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinliğinde özellikle Atatürk’ün de sevdiği zeybek oyunuyla beğeni topladılar. 

- Siz de kısa süre önce Çin’den döndünüz, ne yaptınız?

Çin, Türkiye’dekinin aksine dostluk derneklerini çok önemsiyor. Çin’in yabancı ülkelerdeki Çin Dostluk Dernekleri ile olan ilişkilerinin 70. kuruluş yıl dönümü kutlandı. Ben de bu bağlamda Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in davetlisi olarak Çin’de bulundum. Bu ziyaret kapsamında Şi Cinping'in çok önemli bir projesinin tanıtımı yapıldı. 

- Nedir bu proje?

Şi Cinping, Pekin’e yaklaşık 45 dakikalık bir mesafede yeni bir şehir kuruyor. Pekin’in nüfusu 20-21 milyon civarında. Bu nüfus artışını önce yavaşlatmak, sonra da durdurmak istiyorlar. Üniversiteleri, devlet kurumlarını bu yeni yapılacak şehre taşımayı hedefliyorlar. Böylece Pekin nüfusunun  artmasının önüne geçmeye çalışacaklar.  Bu yeni şehrin adı Şiong şehridir. Bu yeni şehir, olağanüstü yeşil, sıfır hava kirliliği, ekolojisi ve mimarisiyle harika bir yerleşim oluyor.

- Bu dostluk ilişkileri bağlamında Çin’in Türkiye’den bizim Çin’den beklentimiz nedir?

Biz tamamen dostluk ve kültürel anlamda iletişim içinde bulunmak istiyoruz. Bugüne kadar da hep böyle oldu. Tabii onlar açısından iki önemli konu var. Biri Tayvan diğeri de Uygur Türkleri. Emperyalistler Tayvan'ı farklı konumlandırmak istiyor. Bu durum Çin'de rahatsızlık yaratıyor. Tayvan tamamen Çin Halk Cumhuriyetine ait bir adadır ve öyle kalmalıdır, kalacaktır da. 

ABD’nin Çin’i doğudan ablukaya alma ve Tayvan’daki Çin’li vatandaşları Çin Halk Cumhuriyetine karşı kışkırtması kabul edilemez bir durumdur. Diğer yandan Uygur Türkleri ile ilgili gerçeklerin net biçimde görülmesini, orada bulunanların bir kısmının daha doğrusu oradan IŞİD terör örgütüne çok fazla katılım olduğunun bilinmesi isteniyor. Türkiye’de maalesef Uygur konusu net ifade edilmiyor.

- Çin çok büyük bir güç, yeni dünya düzeninde nerede konumlanmalı?

Benim kanaatimce Çin çok daha dominant olmalı. Çünkü dünya tek eksenli bir yere doğru gidiyor. Kimse öyle demiyor ancak bu durum ABD’nin tüm dünyaya hakim olması dünyanın coğrafya ve demografisini değiştirmesi, kültürleri ve tarihleri yok edip, yeni bir dünya düzeni kurması anlamını taşımaktadır. Kısacası ABD’nin önderliğinde emperyalizm tüm halklara zarar vermektedir. Bu yılın mayıs ayında Çin’de yaptığımız toplantıda söylediğim gibi, Çin ABD’nin karşısında durabilecek ve ABD’nin emperyalist eylemlerini frenleyebilecek yegane ülke konumundadır. Ekonomisini ve vizyonunu dikkate aldığımızda bence bu tek kutuplu dünyadan Çin ile çıkabiliriz, yani bunu ancak Çin dengeleyebilir.

- “İtibardan tasarruf olmaz” deniyor, birçok ülkeye Türk kültürünü tanıtma amaçlı giden bir iş insanı olarak, yurt dışında itibarımız nasıl?

İtibar; parayla değil, kültürle, akılla, hümanizm ile olmalıdır. Türkiye dış politikasında sistem yok, bir stabilite yok.

- Türkiye özellikle tanıtımda neyi yanlış yapıyor?

Neyi doğru yapıyor? Bence biz fazlasıyla şark kafasıyla hareket ediyoruz. Dış politikada birçok şey doğru değil. Komşularımızla olan ilişkilere bakmamız yeter, emperyalizme teslim olmuş durumdayız. Rüzgara göre değişiyoruz. Rüzgar nasıl eserse essin aynı durabilmeliyiz. ABD’de başkanlar değişiyor ama politika değişmiyor, bu tür bir sistem gerekli. Türkiye de çok iyi tanınıyor ama nasıl... Tanınmak ayrı, olumlu bir efektiflik yaratmak ayrı bir olay. Biz 42 yıllık bir vakıfız, eskiden bir ülkeye gidilirken hükümetler destek verirdi, THY uçak biletlerini karşılardı. Gittiğimiz ülkelerdeki büyükelçilikler bizimle iletişime geçerdi. Artık onlar bitti. 

Kültürümüzü tanıtmakta zayıf olduğumuzu düşünüyorum, özellikle Çin’lilerin kendi kültürlerini tanıtmakta ne kadar aktif olduklarını gördükten sonra.

‘ULUSAL BİLİNÇ YOK’

- Türk diasporası var mı, aktif mi?

Benim görebildiğin kadarıyla herkes kendine çalışıyor. Ulusal bilinç yok. Örneğin Azerbaycan’ın Diaspora Bakanlığı var. Onlar için önemli ama bizim açımızdan aynı durum geçerli değil. Dışarıda yaşayan çok fazla Türk var ancak sanıyorum ki bir imparatorluk mirası nedeniyle ulusal, güçlü bir diasporaya ihtiyaç duyulmamış. O nedenle aktif, bilinen bir Türk diasporadan söz edemiyoruz. 

‘GÜCÜ YETEN 50 KAT ÇIKIYOR’

- Peki dışarıdan içeriye dönersek, siz kentlerle de ilgilisiniz, Türkiye’de kent kimliği ne durumda, kent kimliğini korumada ne kadar başarılıyız?

Türkiye’de kentleşme çok büyük bir sorun. Tabii bunun birçok parametresi var. Merkezi hükümet, belediyeler, kendi yandaşına göre, ufkuna göre kenti dizayn ediyor. En önemli parametre bu. Örneğin Rusya'da bir dış cephe komisyonu var. Dünyanın en meşhur mimarı da olsan o komisyondan geçmeyen dış cepheyi uygulayamazsın. Paris Belediye Başkanı Georges Eugene Haussmann, 1853'ten 1870'e kadar Seine Valisi olarak, Paris'in kentsel dönüşümüne öncülük etti ve muazzam bir kentleşme meydana getirdi. O zaman yapılan yapıların yıkılması yasak ve dış cepheyi satın alamazsınız sadece içini alırsınız ve halen Paris’in güzelliği buradan geliyor. Ama Türkiye’ye dönüp baktığımızda plan yok, program yok. Gücü yeten isterse elli kat çıkıyor veya yolun ortasına ev yapıyor, tam bir sınır tanımazlık hakim. 

‘KÜLTÜRÜMÜZ YANSITILMIYOR’

Ayrıca yapılan binaların hemen hemen çoğu kültürümüzü yansıtmıyor. Ben, ABD’de 30 yıl önce gittiğim yeri kimseye sormadan bulabiliyorum. Ama Türkiye’de öyle mi? Bir sokağın bile defalarca gidiş geliş yönü değişiyor.

- Yine de bir yerden başlanamaz mı?

Teknik insanlara bırakılsa belki kısa sürede çözüm için adımlar atılabilir. Çünkü baktığınızda; doğa, toprak ama her şeyden önce insan kirlendi. Ancak ne olursa olsun bir yerden başlamak gerekiyor. Aydın düşünceye sahip insanlarımız var, onları en iyi şekilde değerlendirmeyi bilmeliyiz.

- “İnsan kirlendi” dediniz...

Türkiye’de müteahhitler genel olarak açgözlüdür. “Daha çok alalım, daha çok yapalım, daha fazla kat çıkalım, daha çok kazanalım” isterler. Denetimler ise maalesef kağıt üzerinde kalır. Ama şu çok önemli; kentler için kimlik kaybı, geri gelmeyecek bir kişilik ve değer kaybı yaratır. Bugün; muhteşem yapıtların, kent silüetlerinin rant kaygıları nedeniyle kurban edildiğine tanık oluyoruz. Ankara, İstanbul tarihi yarımada, Mardin, İzmir ve birçok kentimiz buna örnek olarak ortada duruyor. “Da Vinci, Floransa’da yaşadığı eve, bugün gelmek istese aynı sokaklardan aynı meydanlardan geçerek ulaşabilir” deniyor. Yani kent kimliğinin korunması bir mucize değil. Türkiye için de mucize olmamalı. Bunun için herkese ama herkese görev düşüyor. Türkiye’de artık görgü parayla satın alınıyor.

- Nedir formül?

İlke belli: Kentlerde özgün çevre ve özgün kültür. Liyakatli kişilerle doğru plan, program ve projeler hayata geçmeli. Kırsala dönüş projesi başlatılmalı. İstanbul gibi büyük şehirlerdeki nüfus kırsala dağılmalı. Kırsala dönüş ile tarımsal üretim desteklenmeli. Türkiye’de tarımı bitirme düğmesine meşhur Marshall Planı ile 1948’de basıldı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün döneminde bizler sarı öküzü emperyalist güçlere verdik ve vermeye devam ediyoruz. Köy demek tarım demek, köy demek geleneksel kültürümüz demek. Tarım, kalkınmamızın en önemli faktörlerinden biri ama maalesef artık köyler de tarım da bitmek üzere.

- Kentleşmedeki sorunda sığınmacıların payı nedir sizce?

Unutmayalım ki tarihi ve kültürel mirasımıza sahip çıkmak aynı zamanda kendimize sahip çıkmaktır. Yoksa gelecekti yeni sosyal kimliğimiz; Suriyeliler, Araplar, Afganlar olacaktır. Bu konu ayrıca ele alınacak ve çok önemli uzun bir konudur. Ancak şunu hemen belirteyim; Arap seviciliği biterse, kendi öz kültürümüzden daha fazla uzaklaşmayız.

- Türkiye’nin kısa orta ve uzun vadede karşılaşacağı en önemli sorunlar ve çözümleri nedir sizce?

Öncelikle eğitim... Görünen o ki maalesef 50 yılda zor düzelir. İlk aşamada daha fazla üniversite açılmamalı, hatta bazı üniversiteler üniversite öncesi okul haline dönüştürülmeli, mevcut üniversitelerin nitelikleri artırılmalı. İkinci olarak hukuk ve hukuka güven sağlanmalı. Hukukun olmadığı bir yerde orman kanunu olur. Sonra liyakate dayalı bir sistem inşa edilmeli. Bugün yalnız doktorlar değil, mühendisler, öğretmenler, yetişmiş insanlarımız, gençlerimiz yurt dışına gidiyor. Gençlerin gidişiyle geleceğimiz de elimizden gidiyor. Liyakate öncelik verilmeli ve insan kaynağı doğru kullanılmalı. Bu söylediklerim sadece bugünü kapsamasın, bana göre çöküş 1647-1948 yılından itibaren başladı ve devam ediyor. Sadece hız yoğunluğu değişti. Gerçekleri görmezden gelirsek, geleceği köreltmiş oluruz.

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *