TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Gaziantep Şube Başkanı Sinan Arslanoğlu, yaptığı açıklamada “Sınırlı olan su kaynaklarımız, hızlı ve çarpık kentleşme, nüfus artışı, endüstriyel faaliyetlerinin doğurduğu çok çeşitli katı ve sıvı atıklar, katı atık depolama yerlerinin yeraltı suyu rezervuarlarının beslenme alanlarında seçilmesi, su havzalarının imar planlarına açılması, tarım alanlarında bilinçsiz gübre ve tarım ilacı kullanılması yerüstü ve yeraltı suyu kalitesini ciddi olarak tehdit etmekte ve su kaynaklarımız hızla kirletilmektedir” uyarısında bulundu.
Su, ticari bir meta
haline getirilmek isteniyor
Arslanoğlu, “Ulusal ve uluslararası sermayenin uzun zamandır Türkiye‘de suyu ticarileştirme ve piyasalaştırma amacında olduğu bilinmektedir. Geldiğimiz noktada, su politikaları küresel sermaye tarafından belirlenmekte; kıtlık, kuraklık ve su krizi gerekçelendirmeleri ile su yönetimi, uluslararası kuruluşlar ve çok uluslu su şirketlerine teslim edilmekte, su yaşamsal doğal bir hak olmaktan çıkarılıp, ticari bir meta haline getirilmek istenmektedir” dedi.
Planlamada rasyonel
kriterler esas alınmalı
Belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda uzun ve kısa vadeli imar ve çevre düzeni planları hazırlanması önerisinde bulunan Arslanoğlu, “Planlamada politik olmayan ekonomik, rasyonel kriterler esas alınmalı ve kaynak dağılımında da bu kriterler esas alınmalı ve kaynak dağılımında bu kriterler göz önünde bulundurulmalıdır. Yerleşim alanları, altyapı projeleri, tarım-tarım dışı alanlar, su ürünleri üretim alanları, mera sahaları, yüzey-yeraltı suyu kaynakları-jeotermal alanlar, turizm, orman- koruma alanları, ulaşım yolları ve şekilleri belirlenmelidir” şeklinde konuştu.
Dünyada 470 milyonu aşkın kişi
su kıtlığı çeken bölgelerde yaşıyor
Waternet’in araştırmasına göre 2030 yılında su sıkıntısı yaşayacak ülkeler arasında Türkiye’nin de bulunduğunu ifade eden Arslanoğlu, “Rapordan dikkat çeken detaylar şöyle: Son 100 yılda dünyada su tüketimi 10 kat artarken, kişi başına düşen su miktarı yarı yarıya azaldı. Sanayileşme, çarpık kentleşme, nüfus artışı ve atık su sorunu nedeniyle temiz suya ulaşmak gittikçe zorlaşırken, dünya nüfusunun yüzde 20’si içilebilir temiz sudan mahrum. Dünyada 748 milyon kişi, bir başka deyişle her 10 kişiden biri güvenilir suya erişemiyor. Dünyadaki okulların 1/3’ünde güvenilir su bulunmuyor. Düşük ve orta gelirli ülkelerde, sağlık tesislerinin 1/3’ü güvenilir su kullanamıyor. Dünyada 470 milyonu aşkın kişi su kıtlığı çeken bölgelerde yaşarken, her yıl başta çocuklar olmak üzere 10 milyon kişi sudan kaynaklanan salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybediyor. 2030 yılına kadar küresel su talebinde yüzde 55’lik bir artışın yaşanması bekleniyor. Söz konusu yılda mevcut su kaynakları toplam su talebinin yalnızca yüzde 60’ını karşılayabilecek” diye açıklamada bulundu.
2030 yılında dünya yüzde 40 oranında
bir su kıtlığı ile karşı karşıya kalacak
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Gaziantep Şube Başkanı Sinan Arslanoğlu, konuşmasına şöyle devam etti: “İklim değişikliği sebebiyle yağışların düzensizleşmesi ve yeraltı su kaynaklarının gittikçe azalması dünyada yaşanacak olan su kıtlığının en büyük sebepleri arasında yer alırken, 2030 yılında dünya yüzde 40 oranında bir su kıtlığı ile karşı karşıya kalacak. Türkiye’de kullanılabilir su potansiyeli 112 milyar metreküp. Bu rakamın yaklaşık 7 milyar metreküpü içme ve kullanma suyu, 5 milyar metreküpü sanayide, 32 milyar metreküpü de tarımda kullanılıyor. Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı bin 519 metreküp. 2030 yılında ülkemizde artan nüfus nedeniyle bu rakamın bin 120 metreküp seviyelerine gerilemesi bekleniyor.”
Türkiye’de yeraltı sularının yüzde
60’ı sulama amacıyla kullanılıyor
Türkiye’nin OECD üyeleri arasında tarım için en fazla yeraltı suyunu kullanan üçüncü ülke konumunda olduğunu hatırlatan Arslanoğlu, “Türkiye’de talep her geçen yıl artıyor. Türkiye, yeraltı sularının yüzde 60’ını sulama amacıyla kullanıyor. Talep artışını karşılamak için kullanılan yöntem ise, daha fazla yeraltı suyunu işletmeye açmak oluyor. Türkiye’nin işletmeye aldığı yeraltı suyu rezervi 1995 yılından 2002’ye kadar sabit kalırken, 2003 yılında 1,3 hm3lük bir artış gerçekleşti. Bu tarihten sonra yedi yıl süreyle sabit kalan işletme rezervleri 2011’den bu yana ise kademeli olarak arttırılmış. İşletme rezervlerinin artması, Türkiye’nin yeraltı suyu kapasitesinin artması anlamına gelmiyor. Aksine, mevcut kapasitenin daha büyük miktarlarda kullanılmasına imkân sağlanması anlamına geliyor. Damla Sulama sistemi sayesinde, enerjiden yüzde 50 tasarruf ederken ve verimde de yüzde 35 oranında artış gözlenir. Bunların yaygınlaşması lazım” diye konuştu.
Su, ticari bir meta
haline getirilmek isteniyor
Arslanoğlu, “Ulusal ve uluslararası sermayenin uzun zamandır Türkiye‘de suyu ticarileştirme ve piyasalaştırma amacında olduğu bilinmektedir. Geldiğimiz noktada, su politikaları küresel sermaye tarafından belirlenmekte; kıtlık, kuraklık ve su krizi gerekçelendirmeleri ile su yönetimi, uluslararası kuruluşlar ve çok uluslu su şirketlerine teslim edilmekte, su yaşamsal doğal bir hak olmaktan çıkarılıp, ticari bir meta haline getirilmek istenmektedir” dedi.
Planlamada rasyonel
kriterler esas alınmalı
Belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda uzun ve kısa vadeli imar ve çevre düzeni planları hazırlanması önerisinde bulunan Arslanoğlu, “Planlamada politik olmayan ekonomik, rasyonel kriterler esas alınmalı ve kaynak dağılımında da bu kriterler esas alınmalı ve kaynak dağılımında bu kriterler göz önünde bulundurulmalıdır. Yerleşim alanları, altyapı projeleri, tarım-tarım dışı alanlar, su ürünleri üretim alanları, mera sahaları, yüzey-yeraltı suyu kaynakları-jeotermal alanlar, turizm, orman- koruma alanları, ulaşım yolları ve şekilleri belirlenmelidir” şeklinde konuştu.
Dünyada 470 milyonu aşkın kişi
su kıtlığı çeken bölgelerde yaşıyor
Waternet’in araştırmasına göre 2030 yılında su sıkıntısı yaşayacak ülkeler arasında Türkiye’nin de bulunduğunu ifade eden Arslanoğlu, “Rapordan dikkat çeken detaylar şöyle: Son 100 yılda dünyada su tüketimi 10 kat artarken, kişi başına düşen su miktarı yarı yarıya azaldı. Sanayileşme, çarpık kentleşme, nüfus artışı ve atık su sorunu nedeniyle temiz suya ulaşmak gittikçe zorlaşırken, dünya nüfusunun yüzde 20’si içilebilir temiz sudan mahrum. Dünyada 748 milyon kişi, bir başka deyişle her 10 kişiden biri güvenilir suya erişemiyor. Dünyadaki okulların 1/3’ünde güvenilir su bulunmuyor. Düşük ve orta gelirli ülkelerde, sağlık tesislerinin 1/3’ü güvenilir su kullanamıyor. Dünyada 470 milyonu aşkın kişi su kıtlığı çeken bölgelerde yaşarken, her yıl başta çocuklar olmak üzere 10 milyon kişi sudan kaynaklanan salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybediyor. 2030 yılına kadar küresel su talebinde yüzde 55’lik bir artışın yaşanması bekleniyor. Söz konusu yılda mevcut su kaynakları toplam su talebinin yalnızca yüzde 60’ını karşılayabilecek” diye açıklamada bulundu.
2030 yılında dünya yüzde 40 oranında
bir su kıtlığı ile karşı karşıya kalacak
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Gaziantep Şube Başkanı Sinan Arslanoğlu, konuşmasına şöyle devam etti: “İklim değişikliği sebebiyle yağışların düzensizleşmesi ve yeraltı su kaynaklarının gittikçe azalması dünyada yaşanacak olan su kıtlığının en büyük sebepleri arasında yer alırken, 2030 yılında dünya yüzde 40 oranında bir su kıtlığı ile karşı karşıya kalacak. Türkiye’de kullanılabilir su potansiyeli 112 milyar metreküp. Bu rakamın yaklaşık 7 milyar metreküpü içme ve kullanma suyu, 5 milyar metreküpü sanayide, 32 milyar metreküpü de tarımda kullanılıyor. Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı bin 519 metreküp. 2030 yılında ülkemizde artan nüfus nedeniyle bu rakamın bin 120 metreküp seviyelerine gerilemesi bekleniyor.”
Türkiye’de yeraltı sularının yüzde
60’ı sulama amacıyla kullanılıyor
Türkiye’nin OECD üyeleri arasında tarım için en fazla yeraltı suyunu kullanan üçüncü ülke konumunda olduğunu hatırlatan Arslanoğlu, “Türkiye’de talep her geçen yıl artıyor. Türkiye, yeraltı sularının yüzde 60’ını sulama amacıyla kullanıyor. Talep artışını karşılamak için kullanılan yöntem ise, daha fazla yeraltı suyunu işletmeye açmak oluyor. Türkiye’nin işletmeye aldığı yeraltı suyu rezervi 1995 yılından 2002’ye kadar sabit kalırken, 2003 yılında 1,3 hm3lük bir artış gerçekleşti. Bu tarihten sonra yedi yıl süreyle sabit kalan işletme rezervleri 2011’den bu yana ise kademeli olarak arttırılmış. İşletme rezervlerinin artması, Türkiye’nin yeraltı suyu kapasitesinin artması anlamına gelmiyor. Aksine, mevcut kapasitenin daha büyük miktarlarda kullanılmasına imkân sağlanması anlamına geliyor. Damla Sulama sistemi sayesinde, enerjiden yüzde 50 tasarruf ederken ve verimde de yüzde 35 oranında artış gözlenir. Bunların yaygınlaşması lazım” diye konuştu.