Aykut Tuzcu’dan ilk mektup... “20 saattir uçuyoruz ama hala gündüz” “Uçağımız Kennedy havalimanına inince Amerikan hükümetinin bir yetkilisi 450 kişinin arasından beni eliyle koymuş gibi buldu ve ismimle hitap ederek karşıladı”
Washington D.C.
İnsan hep batıya doğru uçunca günler ve geceler birbirine karışıyor. İstanbul’dan sabah erken saat 7’de kalktık, 20 saattir ya uçuyoruz veya havaalanlarına inip uçak değiştiriyoruz. Ama değişmeyen tek şey, hep gündüz.
Uçakların tehirli kalkması veya yolcu azlığından seferlerin “teknik nedenlerle!” birleştirilmesi yalnız bizde değil. Belki bizdeki kadar çok değil ama, batı ülkelerinde de “teknik arızalara” rastlamak mümkün. 20 saatlik uzun, yorucu ve hep gündüzlü bir yolculuktan sonra New York'un müteveffa Başkan Kennedy'nin anısına yapılan JFK hava limanına iniyoruz. Amerikan hükümetinin bir yetkilisi iltifat ederek bizi karşılıyor. Ancak bir şey dikkatimizi çekiyor. Uçaktan inen 450 kişinin arasından bizi eliyle koymuş gibi bulması ve ismimizi fevkalade güzel telaffuz etmesi bizi şaşırtıyor. Bavulları beklerken bu durumu kendisine hemen soruyorum ve ilginç yanıt alıyorum. “Müsaade edin de, biz birbirimizi tanıyalım. Ben Amerikalıyım, ama aslen Çekoslovak yalıyım. Avrupalılar birbirlerini tanırlar, bilirler. Geçen hafta İspanyol bir bakanı yine burada karşıladım, o da ismini tam telaffuz edince şaşırtmıştı.” Amerikan hükümetinin resmi konuklarına tanıdığı imtiyazdan istifade edip gümrükten aranmadan geçiyoruz ve bizi başkent Washington D.C.'ye götürecek uçağa biniyoruz. 1,5 saat süren bir yolculuktan sonra başkente ulaşıyoruz. Yine bir görevli karşılıyor. Ve bizi otelimize götürüyor.
Yarın: Washington D.C