ANASAYFA arrow right Güncel

Arama-kurtarma ekibinin tercümanı anlatıyor: Herkesin yüzünde bir korku, panik havası vardı

Arama-kurtarma ekibinin tercümanı anlatıyor: Herkesin yüzünde bir korku, panik havası vardı
YAYINLAMA: 06 Şubat 2024 / 13.27
GÜNCELLEME: 06 Şubat 2024 / 13.27

Afette Rehber ve Çevirmenlik yurtdışından gelen ekiplere tercümanlık yapacaklar için form hazırlamış. Öncelik olarak bölgede bulunan kişilere ulaşılıyor. İlk gelen ekip Cezayirli. Onları karşılıyorum. Daha sonra Polonyalı ekip geliyor.

Bir yıl önceydi… Ara tatil için Gaziantep’te yaşayan babaannemleri ziyarete gitmiştim. 1 hafta sonra üniversitenin son dönemi için okula geri gidecektim.

6 Şubat saat 04:17 sularında şiddetli bir sarsıntıyla uyandık. Kafamı kaldırıp tavana bakınca avizenin şiddetle sallandığını gördüm. Hayatımda öyle bir şey görmemiştim. Kendimizi sokağa attık. Sokağın bütün sakinleri dışarıdaydı. Herkesin yüzünde bir korku, panik havası vardı. Ortalık biraz yatışmaya başladıktan sonra amcamın servisine geçip, orada sabahladık.

Ertesi gün öğle namazı ve yemek için eve girdiğimizde ikinci depreme de orada, ayakta yakalandık. Baş döndürücü ve yine korkutucu bir deprem daha! Elektrikler kesilmiş, sular akmıyor.

Hasar olmadığı için akşam eve dönme kararı alınıyor. Yurtdışından arama kurtarma ekipleri gelmeye başlıyor yavaş yavaş. Gönüllü tercüman formu geçiyor elime. İngilizce Mütercim ve Tercümanlık bölümü öğrencisi olduğum için “gitmeliyim” diyorum. Afette Rehber ve Çevirmenlik (ARÇ) yurtdışından gelen ekiplere tercümanlık yapacaklar için form oluşturmuş. Öncelik olarak bölgede bulunan kişilere ulaşılıyor. ARÇ, 1999 depremi sonrası kurulmuş olan bir oluşum. 23 yıl önce başlayan bir yolculuk yani. Daha sonra bir telefon alıyorum. Rana Hocam (Rana Kahraman Duru) havalimanına kendi imkânlarımla gidip gidemeyeceğimi soruyor. Bunun mümkün olmadığını söylüyorum. Bizimkilerin rızasını alıp bekliyorum.

Kısa bir süre sonra AFAD personeli arayıp konum istiyor. Gelip beni evden alıyorlar. Havalimanına geçiyoruz. İlk gelen ekip Cezayirli. Onları karşılıyorum. Beklemeye başlıyoruz. Daha sonra Polonyalı ekip geliyor. Onları karşılıyorum. Ekip, eşyaları için TIR bekliyor, fakat ortada TIR yok. “Önce Hatay’a geçeceğiz” diyorlar. Daha sonra Adıyaman diye değişiyor bu karar. Tüm gece bekliyoruz. Valiz bantlarında uyuyan ekip üyelerini görüyorum. Üzüntü, yardım etme çabasından hiç uyuyamıyorum. TIR’lar geliyor sabaha karşı. Öğleden biraz önce yola çıkıyoruz. Bir gönüllü tercüman arkadaş daha geliyor. O, Cezayirli ekibin olduğu otobüse biniyor. Ben Polonyalı ekibin olduğu otobüse biniyorum.

İki ekip de Adıyaman’a gidiyor. Fakat Besni’ye vardığımızda yolda duran halk bizi durduruyor. Buraya hiçbir ekibin gelmediğini söylüyor. Bizim görev yerimizin Adıyaman merkez olduğunu söylüyorum. Ama halk çaresizce kalmamızı istiyor. Daha sonra Kaymakam Bey geliyor ve kalmamızı istiyor. Polonyalı ekibin lideri ise resmi olarak söylenmedikçe mümkün olmadığını söylüyor. Daha sonra AFAD yetkilisinden onay gelince biz Besni’de kalıyoruz ve Cezayirli ekip Adıyaman merkeze devam ediyor. Bir iki şartımız oluyor. Açık çadır kurabileceğimiz alan ve benzin mazot desteği. “Tamam” diyor Kaymakam Bey ve yola koyuluyoruz.

Ekip çok donanımlı ve profesyonel. Yanımızda da belediyeden bir personel var. Ne istersek elinden geleni yapıyor Mustafa Bey (Mustafa Durmuş). Halktan Barış Karaduman da öyle. Bize rehberlik yapıyor. Eşyalar indirilip, yerleştikten sonra enkaz tespiti için gidiyoruz. Halk seferber olmuş durumda. Bize iki tane servis tahsis ediliyor. İki farklı bölgede ekipler aramaya başlıyor. İlk kurtardığımız kişi bir teyze oluyor. Ekip üşümesin diye getirdiği cihazla sıcak hava veriyor içeri. Saatler süren çabanın sonucu kurtarıyoruz depremzedeyi. Daha sonra 4 kişilik bir aileyi kurtarıyoruz. Evin küçük oğlunun “Babam iyi mi?” dediğini duyuyorum. Yoruluyoruz ama yorgunluğumuzu görmezden geliyoruz, hissetmiyoruz.

7 Şubat akşam saatleri. Hava çok soğuk, hazır konserve gıdadan başka bir şey yok elimizde. Çevre şehirlerin birinden bir aile, çorba ve makarna yapmış, yurttaşlara ve bize dağıtıyor. O soğuk havada çorba iyi geliyor ama enkaz altındakileri düşününce devam etmekte zorlanıyorum. Arama kurtarma köpekleri enkazın altına giriyor. Havlamalarını umut ediyoruz. Canlı insan kokusunu ve ölü insan kokusunu ayırt edebilen bu dört ayaklı dostlarımızdan birisi havlamaya başlıyor. Hemen dinleniyor. Herkes sessiz… “Eğer beni duyuyorsan duvara vur, ses yap” diyorum. Titreşim, dinleme cihazıyla da tespit edildikten sonra çalışmaya başlanıyor. Başka bir yerde ses duyunca diğer ekiple oraya gidiyorum. Baretimi takıp enkaz altına giriyorum. Enkaz altına girmeden önce güvenlik önlemlerini de alıyorlar elbette. Binanın yıkılmasını önlemek için hem lazer kuruyorlar, hareketi tespit etmek için hem de iki kat arasına demir ayak kuruyorlar. Enkaz içerisine girip enkaz altındaki abla ile konuşacağım. Hangi odada olduğunu sormamı istiyorlar. Soruyorum ve çocuk odası cevabını alıyorum. Ağlamak üzereyim ama ağlarsam işimi yapamam diyorum, ağlamamam lazım diyorum. Daha sonra binanın kaçıncı katında olduğunu ve ağrısının olup olmadığını, yaralanıp yaralanmadığını soruyorum. Şükür ki ne ağrısı varmış ne yaralanmış, fakat çok susamış. Hep birlikte yurttaşlarla birlikte binanın önündeki molozları taşıyoruz elden ele. İnsanların birlik olması çok güzel.

Herkes yardım etmemizi istiyor. İnsanlar cenazelerini almak istiyor fakat ekibin önceliği canlı kurtarmak. 24 saat önce ses duyulan kişi ve 8 saat önce ses duyulan kişi arasında 8 saatliği kurtaracaklarını söylüyorlar, yaşama ihtimali daha yüksek diye. Daha sonra bir siteye gidiyoruz. Deprem olurken aradığımız öğrencinin abisi kendisini kurtarmayı başarıyor fakat 25 yaşındaki tıp öğrencisi kardeşi içeride kalıyor. Ekipler yoğun ısrar üzerine geliyor. Aramaya başlıyoruz fakat ne köpekler ne de dinleme sesinden olumlu bir dönüş alıyoruz. Aileyle, anneyle konuşmaya ben gidiyorum. O kötü haberi ben veriyorum: “Ekipler yaşam belirtisi bulamamış, çok üzgünüm.” Hayatımdaki en üzücü anlardan birisi… Annenin ağlaması, çaresizliği. Kendimi onların yerine koymadan edemiyorum. 25 yaşında, hemen hemen benimle yaşıt. Belki bir gün başarılı bir doktor olacaktı, ailenin küçük oğlu. Çok üzücü, çok yıkıcı. Ekibin son günlerine doğru hocamdan aldığım istek üzerine ben merkezde kalıyorum ve bölgeye diğer gönüllü çevirmenleri gönderiyorum.

Polonyalı ekip toplamda 13 kişiyi kurtardı. Giderken getirdikleri çadır vb gibi eşyaları bırakıyorlar. Gitmeden önce bana gelen yardım paralarıyla bir şey yapmak istiyorum. Teşekkür amaçlı baklava almayı düşünüyorum. Kuzenim, arkadaşı ve benim arkadaşlarım sağ olsunlar yardımcı oluyorlar. Baklava bulmaya çalışıyorum. En yakın yer Gaziantep ve her yer kapalı. Daha sonra İstanbul’dan otobüsle geliyor. Şoför Şükrü Abi, gidip Adıyaman yol ayrımından alıyor ve hem bizle aynı alanda bulunan Bulgar ekibe hem Polonyalı ekibe dağıtıyoruz. Fırınlar açılmaya başlıyor. Lahmacun yaptırıp halka ve ekibe dağıtıyoruz. Gitme vakti geliyor. Yavaş yavaş toparlanıp Gaziantep’e dönüyoruz. Ekibin aç gitmesini istemiyorum. Antep’te dürüm yaptırıyorum. Aile gibi olmuş, iki haftayı birlikte geçirmiştik. Birlikte üzüldük, sevindik, üşüdük, bana tulumlarını verdiler. Depremde desteğini esirgemeyen başta Polonyalı ekip lideri Grzegorz ve tüm ekibe, depremde sürekli nasıl olduğumu soran Rana Hocam’a, Fadime Hocam’a (Fadime Çoban Odacıoğlu) ve Turgay Kurultay Hocam’a, Barış Karaduman’a, Mustafa Durmuş’a teşekkürü borç bilirim. Umarım ülkemiz bir daha böyle bir afet görmez.

 

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *