TURİZM HAFTASINDA TURİZM DEĞERLERİMİZİN NE KADAR FARKINDAYIZ?

YAYINLAMA: 17 Nisan 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 16 Nisan 2025 / 17.07

15- 22 Nisan ülkemizde “Turizm Haftası” olarak kutlanıyor. Bu haftada kendimize turizm değerlerimizin ne kadar farkında olduğumuzu sorup içtenlikle cevaplamamız lazım diye düşünüyorum. Bu soru aslında hem birey olarak hem de toplum olarak cevabını vermemiz gereken bir durum.

Türkiye herkesin bildiği ve her fırsatta da söylediği gibi, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, doğası, tarihi, gastronomisi, gelenekleri ve kültürel zenginliğiyle büyük bir turizm potansiyeline sahip muhteşem bir ülke.

Bizim bulunduğumuz Güneydoğu Anadolu’da da bu niteliklerin tamamı var. Bölgemizin değerleri bize verilmiş inanılmaz bir hazine. Ne yazık ki çoğu zaman bu değerlerin kıymetini dışarıdan gelen turistler kadar bilmiyoruz.

39 yıldır bölgemizde kültür turizmi yapmaya ömrünü adamış bir turizmci olarak şunları söylemeliyim: Yerli turist olarak birçok kişi yurt dışına gitmeye meraklı, ama kendi ülkesindeki zenginlikleri gezmemiş. Okullarda veya toplum içinde bu değerler yeterince tanıtılmıyor. Medyada genellikle popüler tatil beldeleri öne çıkıyor, kültürel değerler geri planda kalıyor. Bazı tarihi veya doğal alanlar gereken özenle korunmuyor, bilinçsizce zarar görebiliyor. Oysa bölgemiz yalnızca ekonomik değil, kültürel ve turistik olarak da büyük bir potansiyele sahip. Hatta kültürel ve turistik potansiyeli, birçok ülkeyi kıskandıracak kadar önemli.

Bölgemiz, en eski yerleşimleri barındıran inanılmaz bir arkeoloji beşiği. Bir çırpıda sayılabilecek, tarihte tüm ezberleri bozan Göbeklitepe, Roma uygarlığının armağanı “Zeugma şaheserleri”, Hitit dönemi hediyesi dev bazalt heykelleri barındıran “Büyülü Yesemek Heykel Atölyesi”, tarihte bilinen ilk barış antlaşmasının imzalandığı “Karkamış”, şu anda yeryüzünde tüm Ermenilerin ilahilerini söyleyerek dua ettikleri Aziz Nerses’in mezarını barındıran “Rumkale” sadece muazzam zenginliğimizden birkaçı.

Meslektaşlarım da benimle aynı fikirdedir diye düşündüğüm bir diğer tespitim de şu: Arkeolojik zenginlik konusunda Tanrı bize o kadar cömert davranmış ki, topraklarımızdan köklü medeniyetler fışkırıyor, ama ne yazık ki biz inanılmaz bir bilinçsizlikle bunları önemsemiyor ve hatta akıllara ziyan bir hoyratlıkla teker teker onları yok ediyoruz.

Değişen kabineler, aslında partiler üstü bir devlet politikası uygulanması gereken turizmi hep sil baştan, ilk defa keşfedilmiş gibi algıladıkları için, bu konuda ne yazık ki yapılması gereken politikaları yıllardır özlüyoruz.

Turizmin memleket ekonomileri için adeta bir lokomotif olduğunu fark eden bütün ülkeler, yıllardır, turizm pastasından en büyük payı alabilmek için bütün olanaklarını kullanıyorlar.

Turizmin kıpırdanmaya başladığı 1955 yılından 1980 yılının ortalarına kadar, turizm adeta yok sayılmış, bütün faaliyetler ne yazık ki sadece turizme gönül vermiş bir avuç girişimci turizmci tarafından gerçekleştirilmiş.

1980’nin ortalarından sonra en nihayet devlet, turizmin ekonomi üzerindeki önemini kavramış, alt yapıya önem vermeye başlamış. Ama aynı yıllarda bir turizm politikası yanlışlığı yapılmış ve devletimiz turizmi yoğun bir biçimde güneş, deniz, kum üçgeni üzerine odaklamış.

Oysa bizde başka yerlerde zor bulunacak arkeolojik zenginlikler, etnografik özellikler, gastronomik harikalar var. Kutsal kitapların hepsinde Adem’le Havva’dan başlayarak anlatılan birçok dini olay bu topraklarda hayat bulmuş, yaşanmış.

İnsanlar tarih boyunca çok değer vererek okumaya ve öğrenmeye çalıştıkları dinleriyle ilgili öğretiyi tam manasıyla anlayabilmek için kutsal kitaplarında anlatılan olayların geçtiği büyülü mekanları görmenin dayanılmaz isteğini duyuyorlar. Böylece o bölgelere giderek, din geleneğinin şekillendiği toprakları kendi gözleriyle görmek istiyorlar.

Ekonomik girdilerin bu kadar azaldığı, insanların yokluk ve yoksullukla boğuştuğu bugünlerde, sahip olduğumuz hazineyi artık akıllıca kullanmamız gerekiyor. Geleneksel Türk konukseverliğini de eklediğimizde, dünyada örneği belki de hiç olmayacak bir turizm konseptini ortaya çıkarmak o kadar kolay ki….

Bir an önce harekete geçmek, öncelikle akıl dışı eğitimlere yönelen Milli Eğitim Bakanlığı’nın çağdaş normlara dönmesi ve okullarda yerel tarih dersleriyle, sosyal medya kampanyaları ile toplumu eğitmesi gerekiyor.

Sürdürülebilir bir turizm için, doğa ve tarihin zarar görmeden ve korunarak gezilebilmesi bir diğer şart. Yerel halkın turizm kalkınmasına, farkındalığına mutlaka dahil edilmesi gerekiyor. Halkı, turizm gelirinden pay alacakları şekilde eğitmek ve örgütlemek de bir devlet politikası olmalı.

Uluslararası platformlarda gerçek turizm profesyonellerine yönelik tanıtımlar da devletin görevi olmalı. Bu tanıtımlarda yandaşlara para kazandırma kaygısı bir yana bırakılarak, gerçek anlamda evrensel farkındalık yaratılması bir borç olarak kabul edilmeli.

GAP bölgesi sadece geçmişin değil, geleceğin de kültür ve turizm merkezi. Korumak; farkında olmakla başlıyor ve korumadığımız değerleri sahiplenmeyi de hak etmiyoruz.

 

TURİZM HAFTASINDA TURİZM DEĞERLERİMİZİN NE KADAR FARKINDAYIZ?
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *