Ezber ile hakikat arasında geçen hikâyedir hayat…

“İnsanın en geç keşfettiği zamanın “şimdi” olması ne tuhaf değil mi?” [1] Ömür sönümlenirken hayatı derinleştirmeyi öğrenmek ağır bir ceza. Düşünün, sabah uyanıyorsun ve ufkun batışa aktığını görüyorsun. Hayatın gerçek kokusunu almak, onun esenliğiyle hafiflemek ve onu incecik belinden kavrayıp ayağa kalkmak hayli özveri ve sabır gerektiriyor.
Doğa da hayat da hep canlı ve yeni kalır. Kimsenin yanaşmadığı kayaların özgürlük duygusunda yatar bu ayrıntılar. Zamanın duru bilgisiyle tanışınca parlar güven ve mutluluğun körfezi. Ümidi kuşanmış, naiflikte saklanmış, kabalıktan sakınan hayatın içinde olmak en büyük ödüldür. Bir duygunun iç duvarları ne kadar sıkı dokuluysa içeriye o denli hayat sığar. Keşfetmenin ve ezberi yırtmanın sürekliliği hayatın güvenli limanıdır.
İnsan gerektiğinde sonsuza dek kimseye ilişmeden sessizce uyuyabilir. Ama gizlenen nice kayıp, umursanmayan dev dalgalar, dipsiz boşluklar mutlaka saldırıya geçer ve kapımızı kırıp içeri girer. Böylece yüzümüzü keder ve hayal kırıklıkları deler. Aydınlık, sonsuzluk, doğru ve yanlış apaçıktır. Yeter ki hayatın elindeki renkleri yerli yerine oturtmaya cesaret edelim. Yeter ki iç içe erimesini bilelim. Yeter ki karanlığın yoğun olduğu gecede çimenin, suyun, toprağın ve hayatın kokusunu alalım.
İki bin yıl önceden Marcus Aurelies sesleniyordu: “Saygınlık evrendeki her şeye egemen güç; her şeyi kullanan ve düzene sokandır. Saygınlık benzer şekilde kendindeki egemen güç, bu da aynı türden bir güçtür. Çünkü sende de geri kalanı kullanan ve yaşam şekline sokan budur.” Demek ki tüm modern gerilim ilişkileri, bilgi manipülasyonu, tuhaflıkların sertliği bedensiz ve kökensiz değildi. Yalan gündemlerle boylanan itaat ve itibar tüm çağlara serpilmişti. İşte Aurelies’in uyarısı hem o güne hem de bugüne idi.
Sorgularımızın, kalbe ve zihne akan değerlerin eli kolu bağlanmış. Belirsizlik, imkânsızlık hissi ve her türlü yetersizlik duygusunun çarkı dokularımızı eziyor. Özgüce can çekiştirme çabası bu. Umudu, iyiyi, sevinci, özgürlüğü linç etme zoru bu. Kendi varoluşumuzu yatağa düşürme hiyerarşisi bu.
İnsanız, elbette ki insani olan tüm duygulara amadeyiz. Ömürler hep olumlulukla sürmez ya. Mesele, kendi varlığımıza ve hayatın özüne giden yolların sualtı(inkâr) edilmesi. Mesele, “normatif yorumların” insan iradesini tuz buz etmesi. Mesele, insanın kendi varoluşuyla (doğasıyla) özel bir savaşım içine sokulması.
Erdemle, bilgelikle, güzellikle, bin bir emekle, zahmetle büyüttüğümüz değerlerin acıya ve itibarsızlığa bulamanın sarsıntılarını düşünün. Çoğu kez kendimizi bir ipe asmaya ramak kala yakalarız. Kişisel sorunları aşmanın sanıldığı kadar kolay olmadığını biliyoruz. Ama genel insanlık halini saran zaaflar, hınç ve hırs aşılmadıkça etimizi kesen kötülükten kurtulmak mümkün olmayacak.
Nedenini bilmiyoruz ama bizden öncekiler hikâyelerini bizlere teslim edip, gitmişler. Ezber ile hakikat arasında geçen hikâye bu. Bu durum, gerçeği gözden kaçırmanın toprağını hazırlıyor. Böylece hayat birçok adım önde ilerliyor. Sahi “gerçek, herkesçe her koşulda görülebilir mi ki?” Biz hayata göz açtığımızdan beri bir suçlu aramıyor muyuz? Akıl oyunlarına yaslanarak tek düze, sıkıcı, yoran, bağımlı sonuçlar için ötekileri sorgulamıyor muyuz? İçimizde beslediğimiz yaranın yeşerdiği karanlıktan kuşkulanmak aklımızın ucundan geçmiyor…
Aslında kötülerin değil, “iyilerin işi hep kolay olmuştur.”[2] İyileşenler, güç zekilik, akıllılık, başarılı olmak peşinde niye olsunlar ki? Hayatın ölçüsüne ulaşanlar, bu hırsların bir biçimde başına uğursuzluklar ve dertle açacağının sırrına ermişlerdir. “Elbette herkes sanıldığı kadar dayanıklı değildir. Herkes bir gün incinir, incitir de.” [3] Ama kristalleşmiş kinle, kabuklanmış kibirle ve obur bencillikle trajediye mahkûm ediliyoruz, acıya boyun eğiyoruz.
Aslında insanın yüzünü güzelleştiren içindeki samimi ve iyilik duygularıdır, doğasıyla olan sempatisidir. Karıncayı az incitmiş birini düşünün, o herkesten bir adım öndedir. Güzelliğin, sevginin, hakikatin, yapıcılığın, aşkın ve barışın kalbi onun dünyasına hâkimdir.
O kimsenin gözünü yarmaz, kimseye buyruklar sallamaz, kimseyi rakibi görmez. “O ömrünü, başarı düşüncesinin yapışkan ağında sinekler gibi geçirmez.”
O, “adalet terazisinin sessizce çalıştığını” bilince çıkarmıştır.
Yararlanılan Kaynaklar ve Alıntılamalar:
Kendime Düşünceler – Marcus Aurelıes
Şairin Romanı – Murathan Mungan [1,2,3]
Kendini Bilmek - Foucault
