Her Karanlıkta Bir Aydınlık Saklıdır…

Bir şeye inanmayan, onun için mücadele edemez. Etki gücümüz, duyarlılığımız ve bilgisel donanımımızla doğru orantılıdır. Duyarlılık, insanın zihinsel kanallarını bilgiye açmasıyla etkinleşir. Zihinsel birikimleri zenginleşen bireyler ve toplumlar, saf isteklerini dış uyaranların etkisine bırakmadan geliştirebilirler. Bu nedenle büyük olaylar, büyük gelişmeler ve entelektüel tutumlar, daha çok bu kişiliklerde filizlenir.
Duyumsamak, düşünmek, buluşlar yapmak ya da felsefeyle ilgilenmek, insanın değerini tamamlayan unsurlardır. Örneğin, ezen–ezilen, üreten–tüketen ya da barış–savaş ilişkilerine berrak bir zihinle bakamayanlar, genellikle üstünlerin isteği doğrultusunda tutum alır. Rousseau’ya göre de “çelikten dünyayı çiçeklerle süsleyen” sanatçılar ve artistler, farkında olmasalar da güç ve eşitsizliğe hizmet ederler; tarih boyunca güçlüleri korumak hep aktif bir pratik olmuştur.
Bugün dünyanın her köşesinde içimizi yakan ateşler var. Kahkahaların ardına gizlenen mutluluk görüntüleri, sahte birer perdeden ibarettir. Her şey saydamlaştı; ama yine de köşe bucak gerçeği kaçırıyoruz. Oysa anlamak istiyorsak, yanı başımızda duran korkutucu gidişatın önünü kesmek zorundayız.
Ortadoğu’nun cesetlere boğulması, yıkıcı unsurların neden korunduğunu gösterdiği gibi; aynı zamanda dünya vicdanının diri diri gömülmesi değil mi? Buradaki en büyük tehlike, kimsenin yüreğini yere düşene yaklaştırmaması ve kendisinin de içine düştüğü uçurumu fark edememesidir.
Toplumların üzerine kötü planlar örülüyor. Gelir, eğitim, sağlık ve yaşam hakkındaki eşitsizlikler derinleşiyor; aynı toplum içinde bile uçurumlar büyüyor. Düşünün: Dünya servetinin %70’i, yalnızca %3’ün elinde. Bu adaletsizlik ve yoksulluk, eski toplumdan yeni topluma miras bırakılıyor.
Oysa dünya hepimizin; birlikte kurabileceğimiz bir dünya. Fakat sabırdan, emekten, özveriden tamamen soyutlandık. Asıl yanılgı, Modern Çağın bize öğrettiklerindeydi: “Modern toplum” bize, herkesin kendi geleceğinden sorumlu olduğu; bireyin kendi hayatını istediği gibi şekillendirebileceği ve kontrol edebileceği varsayımıyla dayatıldı.” [1] Böylece aşırı bireysellik pompalanırken toplum yavaş yavaş başsız ve kalpsiz bırakıldı. Çünkü ideolojik ya da teorik düzlemde yeterince anlaşılmayan, ayaklarını diyalektik realiteye oturtmayan her pratik, hataya açıktır.
Vicdanlı, duyarlı ve iyimser dokular üzerinde büyük bir baskı var. Çünkü günümüz dünyası ve politikası sürekli tedirginlik, şiddet ve tehdit üretiyor. Bununla baş etme kapasitemize ise kuralsızca müdahale ediliyor. Sonuç olarak toplumsal ve bireysel olumluluk doğrudan eziliyor. “İstikrarsızlığın istikrar haline getirilmiş olması” artık olağan kabul ediliyor; oysa kendiliğinden oluşmuş bir durum değil.
Üstelik hissizleşen her boyut, umut ilkesinin de yok edilmesine aracılık ediyor. Bugün hepimiz güvencesizlik ve büyük tedirginlikler içinde yaşıyoruz. Çünkü artan endişelerimizi haklı kılacak eşitsizlik, sömürü ve otoriterlik her kıtaya abanmış durumda.
Tüm bu tespitler ve öngörüler, yılgınlık veya karamsarlık meşru kılmak için değil; sırtımıza dayanan bıçağın gerçekliğiyle yüzleşmek içindir. Biliyoruz ki insanlık, en karanlık anlarda bile ışığı bulmuş, çıkış yollarını keşfetmiştir. Henüz keşfedilmeyi bekleyen binlerce doruk var; bilinç, ruh ve öz varlığımız bu dorukları koşmak için hazırdır.
“Yaşam, sürekli doğan ve durmaksızın gelişen bir süreçtir.” Unutmayalım: Her karanlık, içinde bir doğum taşır; her son, yeni bir başlangıcın habercisidir.
Umut, insanlığın bitmez tükenmez kıvılcımıdır. Onu diri tutan şey ise kolektivizmdir; adalete ve özgürlüğe sahip çıkanlarla ortak iradeyi buluşturmaktır. İlk işimiz, hayatla kopan bağları onarmak ve ortak aklın, ortak vicdanın yeniden filizlenmesini sağlamaktır. Korkunun ve şiddetin yerine güven ve barışı çoğaltmalıyız.
Ayrıştıran sınırları aşıp, birleştirici değerlere yeniden sarılabilmeliyiz. Unutmayalım: Dünya yalnızca birkaç kişinin değil; hepimizin evidir. Birbirinin hayatını önemseyenlerle yan yana olmak zorundayız.
Sabır, emek ve özveriyi yeniden diriltirsek, bilgiyle ve duyarlılıkla birleşirsek; doğrular yerinden kopmayacak. Böylelikle “başsız ve kalpsiz” bırakılmaya çalışılan toplum, yeniden kalbini ve yönünü bulacak.
Kaynaklar ve Alıntılamalar:
Arthur Schopenhauer-Hayatın Bilgeliği
Evren Balta-Tedirginlik Çağı: Şiddet, Aidiyet ve Siyaset Üzerine
Pankaj Mishra-Öfke Çağı
Erich Fromm-İnsan Olmak Üzerine
Alıntılar:
Evren Balta
