YİYECEK ANONİM ŞİRKETİ
Sevgili Aysun the Sütçü ile ayda bir buluşuruz. Aysun, süt ineği yetiştiren bir çiftçi olduğu için olağanüstü meşgul birisidir. Eğer buluşacağımız tarihte rededemeyeceği bir randevusu varsa, bir hafta sonra mutlaka buluşur, aylık görüşmemizi aksatmayız. Gelecek seneye Aylık buluşmalarımızın bir kısmını benim ihtisas sahibi olduğum illerde gerçekleştirmeye karar verdik. İnşallah Allah sağlık ve ömür verir de, bu kararımızı uygularız.
Nisan ayı buluşmamızı bizim evde gerçekleştirdik. Aysun, bir süreden beri “seninle Food, Inc. isimli filmi seyretmek istiyorum” dedi. Filmi dizüstü bilgisayarımda seyrettik. Aysun, defalarca seyretmesine rağmen, tekrar ağladı; benim ise orada görüp duyduğum gerçekler karşısında midem bulandı... Hani, yiyecek endüstrisinin nasıl birşey olduğunu tahmin ediyordum da, bu kadarını bilmiyordum.
Film, Robert Kenner tarafından 2008 yılında yapılmış, Emmy ödülünü almış bir nevi belgesel. Özet olarak Amerikan yiyecek sanayisini anlatıyor. Amerikan yiyecek endüstrisine sadece Amerika olarak değil; ülkemizin de dahil olduğu çok uluslu şirketler topluluğu olarak bakmak gerekiyor.
1970’li yılların başında ben Amerika’da okula gittim ve orada yaşadım. Durum, filmde seyrettiğim gibi değildi... Dondurulularak pişmeye veya kullanıma hazır hale getirilmiş yiyeceklerle orada tanıştım. Konsantre portakal suyunun içerisine kendi kabı ile bir iki ölçek su koyardınız, gayet güzel bir içecek olurdu. İçinde de herhangi bir koruyucu madde veya kıvam artırıcı yoktu. Aynı şekilde, mayalanmış ve dondurulmuş ekmeği fırına koyardınız, mis gibi kokan, sert kabuklu güzel bir ekmek olurdu. Onun da için de katkı maddesi veya koruyucu bulunmazdı. Tablet et suları gerçek kemik ve etten, içerisinde sebze pişirilerek yapılırdı.
Okulda dersim olmadığı saatlerde mutfağa giderdim. Daha ziyade kadın ağırlıklı olan aşçılar, kendileri hamur yoğurup öğrencilere ekmek yaparlardı. Kısacası, her türlü yiyeceği kendileri bizzat hazırlar, donmuş ürün kullanmazlardı. Et köftesi türü yiyecek yaptıkları zaman, kıymayı kendileri çeker, baharatlarını ve diğer malzemeleri kendileri koyarak hazırlarlardı. Bir gıda mühendisi ve diyetisyenin görev yaptığı okulun kantin bölümünde günde bin kişi, iki ayrı salonda yemek yerdi. Yemekler çok lezzetli değildi, ama katkı maddesiz ve hijyenikti. Kentlerdeki McDonaldslarda manuel sayaçlar vardı, hamburger satıldıkça dönerdi...
Pizzalar pizza idi... Una bulanarak kızartılmış tavuk parçaları da pek lezzetliydi. Şimdi, canım istediği zaman, pizzayı kepekli undan hamur yoğurarak kendim yapıyorum. Tavuk yemiyorum. Yine canım isterse, gezen tavuğu satan yerler var, oradan oldukça pahalı bir fiyata alıyorum.
Gelelim Yiyecek Anomim Şirketi filmine... Filmi seslendiren Michael Pollan ve Eric Schlosser’e kulak verirsek, neler söylediklerini anlarız...
Yediğimiz yiyecekler 10 bin yıldır aynı idi, son 50 senede tamamen değişti! Ancak, yiyecekler değiştiği halde üzerindeki resimler/imaj aynı kaldı. Kodaman yiyecek firması sahipleri yıllardır görmeye alışkın olduğunuz, çiftlik resimlerini, sağlıklı hayvan, yeşil ot ve gülen çiftçi fotoğraflarını yiyecek etiketlerine basarak içerisinde ne olduğunu düşünmenize fırsat vermeden size sattılar.
Modern Amerikan Süpermarketinde ortalama 47 bin kalem ürün vardır. Yazı ile de yazayım mı, kırkyedibin kalem! Amerikan Süpermarketlerinde mevsim de yoktur. 12 ay domates bulabilirsiniz. Dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen domatesler yeşilken toplanır ve etilen gazı ile kızarması sağlanır. Aslında yediğiniz domates değildir, domates imajı verilmiş başarılı bir tasarımdır! Yediğimiz etlerde artık kemik yok! Kemik olmayan etler gibi, yiyecek endüstrisi sizin gerçeği, yani ne yediğinizi bilmenizi istemiyor. Zira, eğer bilirseniz yemek istemeyebilir, satın almayabilirsiniz. Şimdi, paketlenmiş bir eti elime alarak ve üründen geriye doğru giderek size anlatayım, sizde farklı gerçeği öğrenin. Gerçek, satın aldığınız yiyeceklerin çiftlikte değil, fabrikada üretildiğidir.Bu bölümde uçaktan çekilmiş binlerce sığır fotoğrafı gösteriyor. Gerçekten ürkütücü bir fotoğraf! Gördüğünüz bu hayvanarın etleri dev firmalar tarafından işleniyor. Artık yiyeceklerimizi yürüyen bantlardan temin ediyoruz. Sistem bu kadar otomotik olunca, işçiler ve hayvanlar müthiş suistimal ediliyor ve yediğimiz ürünler tehlikeli hale geliyor. Herşey ama herşey bizden saklanıyor. Bu arada bütün sistemi kontrol eden muhteşem kuruluşlar var. İşte bu şekilde üretilmiş yiyecekler giriyor süpermarkete. Bizim ise, ancak bu kadarını söylemeye, bilmeye yetkimiz bulunuyor.Bilmenizde yarar var: Sadece sağlığımız tehlikede değil, sistem, çiftçilerin konuşmasını da yasaklıyor.
Yiyeceklerin tohumdan süpermarkete girinceye kadar geçen serüveninin hepsini ama hepsini kontrol ediyorlar.Yiyecek şirketleri bu hikayenin anlatılmasını istemiyorlar.
Filmin bu bölümünde hamburgeri ve patates kızartmasını çok seven bir gazeteci ekrana geliyor: Ben bugüne kadar hamburgeri nereden geldiğini bilmeden ve üretici firmaların nasıl güçlü olduklarının farkına varmadan yedim. Ve şimdi anlıyorum ki, yiyeceğin üretildiği dünya bilinçli olarak bizden gizleniyor. Galiba işte ben bu yüzden perde arkasındakileri araştırma gereği duydum.
Aslında endüstri “fast food” ile başladı. 1930 larda yeni tip restoranlar devreye girdi. Bunlar, şık ve dekolte elbiseler giymiş kızların servis yaptıkları “arabaya servis/drive in” türü restoranlarla başladı.McDonalds Kardeşler çok başarılı arabaya servis yapan restoranlar zinciri kurdular. Aslında tasarımları, işçi sayısını azaltıp, ürünü tabaksız, çatalsız kağıt torbaya koyarak satmaktı.Bu stil, restorancılıkta devrimdi... Bunu yaparak aynı zamanda restoranların mutfağına bakteri sistemini de soktular. Her işçiye sadece bir iş yapmasını öğrettiler. Bu adam, gün boyu defalarca hep aynı işi yapıyordu.Sadece bir iş yaptırdıkları işçiye çok da az ücret ödüyorlardı.Eğer işçi itiraz edecek olursa onun yerini dolduracak birisini kolayca buluyorlardı.Ürettikleri yiyecek ucuzdu, doyurucuydu ve üstelik de lezzetliydi. Ve McDonalds restoranı muhteşem bir başarıydı.
Filmi anlatmaya devam edeceğim...