Le Perroquet Vert Muhteşemdi...

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Türker’le Paris’deyiz... Sevgili yemekçi, seramikçi, sanatçı arkadaşım Barbara davet etti. Barbara, Amerikalı. Fransız doktor Denise ile evli, çalışma günlerinde Paris’te, hafta sonları ise Provence veya Normandiya’da yaşıyorlar. Trenler pek hızlı ve varılan yerde otomobiliniz olunca hayat, cennete dönüyor...
Atatürk Hava Limanına, E-5’ten ziyade arka yollardan şoförlerin tabiriyle “kaçarak” gelince, hedeflediğim saatten önce vardık. İyi ki öyle yapmışız. Bu arada, Atatürk Hava limanı muhteşem kalabalıktı... Check-in işlemini internetten yaptığımız için, “check-in yapanlar”ın kuyruğuna girdik. Uzuuuun bir kuyruğun sonuna iliştik... 15 dakika sonra bir THY yer görevlisi geldi, “sizi arka kontuvara alalım, daha az bekleyin” dedi. Tavsiye edilen arka kontuvarda daha uzun bir kuyruk vardı, 15 dakika da orada bekledik... Bu sefer başka bir THY yer görevlisi geldi: “sizi çocuklu ailelerin işlemlerinin yapıldığı kontuvara alalım, fazla beklemeyin” dedi. Denileni yaptık, çocuklu ailelerin kontuvarına geçtik. En önde duruyoruz... Ama sıra 30 dakika bize gelmedi, neden? Bir çocuklu aile geliyor, önce onu alıyor, bize “kusura bakmayın, onlara öncelik vermem gerekir” diyor. Bu şekilde beklerken, kontuvardaki görevli, “ben az sonra yemeğe çıkacağım, çıkmazsam tekrar yemek tatili alamam, aç kalırım” dedi. Arkamızdakilerle birlikte isyan ettik! İsyan edince, kontuvardaki görevli, “bizim süpervayzırlar ... numarada oraya gidin ve şikayet edin, buraya yeni bir görevli göndersinler” dedi. Sıradakilerden birisi, hemen koşarak denileni yaptı, 15 dakika içerisinde yeni görevli gelmedi! Bu arada, bizim mevcut görevliyi, biz yemeğe çıkmaması için ikna ettik! 60 dakikadan fazla, oradan oraya endişe ile koşarak check-in işlemini yaptırdık, valizleri verdik ve ben soluğu süpervayzırın yanında aldım. Problemi anlattım, Türker, mühendis bakışıyla izah etti. Süpervayzır hanım çok sinirlendi! Burnundan kıl aldırmıyor, iyi mi? Arkamda, bizim gibi mağdur olanlardan, çok aklı başında bir beyefendi: “ne yapacaksınız, büyürler, büyürler ama Türk kafası işte, organize edemezler” dedi. Ben de:”Bu kafa ile nükleer santral yapıyorlar ve hepimizin kökünü kazıyacaklar galiba” dedim. İçimden, “yuh yani, başarılı bir işletme kur, dünyaya reklam yap, 72 milletten insanı uçur ve hali hazırda yapılmış check-in işlemi için beni 60 dakika oradan oraya sefil edip, sinirlendir...” diye söylendim. Bu arada aklıma geldi, bugünlerde yapılan THY grevinin bir parçası da olmuş olabilirdik.
Akdeniz vapuru ile İstanbul’dan Marsilya’ya geldiğimde 16 yaşında Gaziantep Koleji öğrencisiydim. Benimle beraber, Şehraz Dai, Esin Battal, Neşe Battal, Eltaf Yetkin, Mahmut Büdeyri, Enes İncioğlu, Nuri ...... Öğretmenler; Jale Çolakoğlu, Sermin Yılmazer, Nihayet ve Gönen ..... çifti -gerisini hatırlayamadım- varlardı. Trenle Marsilya’dan Kale’ye gitmiştik. Bizim yaşlarda Avrupalı öğrencilerle İngilizce iletişim kurmak, konuşmak ve fikir değişimi yapmak çok ama çok hoşuma gitmişti. Karşılaştığımız çoğu Avrupalı genç, ilk kez Türk öğrenci ile tanışıyorlardı. Bu sefer, uçaktan Fransa’yı seyrederken, 1969 yılında trenden Fransayı seyrettiğim geldi. Pek keyiflendim...
Caddelerde gezerken, bilmece çözer gibi habire Fransızcayı çözüyorum! Amerika’da okurken, bir sene Fransızca dersi almıştım... Kendim de inanamadım, hepsi tek tek geri geldi...
Okurlar, seyehat izlenimlerini, otel ve restoran tavsiyelerini okumaktan keyif alıyorlar. İşte size azıcık Paris tavsiyeleri... Otel ayırtırken, kesenize uygun dünyaca bilinen enternasyonal zincirlerini tercih ediyorum. İnternetten ayırdığınız zaman daha ucuz oluyor. Haaa, kredi kartı bilgilerini girmek zorundasınız, eee ne yapalım, o kadar olacak...! Otele yerleştikten sonra, restoran tercihi olarak, Fransız yemeği istediğimi ve bizi ona göre bir yere yönlendirmelerini rica ettim. Le Perroquet Vert’i öyle bulduk... Muhteşem di... Yerler, çok eskiden kalma taş karo döşeli; masalar ve sandalyeler tahta... İçerisinde bar da olan dekor eski ve sade, bayıldım... 1924’den beri servis yapılan “yeşil papağan” lokantasında önce bezelyeli salyangoz çorbası yedik. Sonra, zencefilli ördek eti ısmarladık, yanında harika bir beyaz şarap içtik. Tam kıvamında soğutulmuş su ve çıtır çıtır baget ekmekleri pek güzeldi. Tatlı olarak da pişmiş hamurla karışık elma turtası ve çikolatalı dordurma tercih ettik. Perroquet Vert’i/Yeşil Papağan’ı herkese tavsiye ederim.
Bütün bunlar olurken yanımıza orta yaşda bir çift geldi oturdu. Birbirimize “iyi akşamlar” diledik. Bir süre geçti, kadın ve adam gözlerimin içine bakıp gülümsüyorlar! Ben de, “biz Türk’üz” diyecektim. Kadın, benden atik davranıp, “konuştuklarınızın hepsini anlıyorum” dedi Türkçe! Aaaaa, dünya ne kadar küçük... Hemen ifadelerini aldım tabii... Babür Kuzucuoğlu Bey, yazar, ünlü bir Fransızca tercümanı, Türkçeye pek çok eser kazandırmış. Eski karısı, Catherine Hanım ise, jeoloğ, Sorbone’da profesör, Anadoluyu karış karış biliyor. Restorana gelmelerinin nedeni, Catherine Hanım’ın doğum günü olması ve 60 yaşaması... “Aman Allahım, ben de birkaç gün sonra 60 yaşayacağım” dedim. “Ben, sadece 35 yaşadım, hemen düzeltelim!” dedi. Düzelttik! Ve devam ettim: “Allah bilir, 1980 Temmuzunda bir erkek çocuk dünyaya getirmişsinizdir!” “Aaaaa evet, evet nereden bildiniz?” “Eeee herşeyi aynı yapıyoruz ya, ben de aynısını yapmıştım!” diye cevap verdim.
Catherine ve Babür Kuzucuoğlu ile saatlerce sohbet ettik, neler öğrendim neler... Yediğimiz ördek bacağının iki sene müddetle havasız bırakılmış kavanozda kendi yağı içerisinde bırakıldığından, doğal halde fermente olduğunu ve o nedenle de müthiş lezzetli olduğunu öğrendim örneğin...
Fransız Mühendis Eiffel’in yaptığı kuleye ancak bu sefer çıkmak kısmet oldu. Hava kapalı ve soğuk olduğundan, kuyrukta sadece toplam 1,5 saat bekledik... Bol bol fotoğraf çektim, dünya milletlerinden insanlarla sohbet ettik. Özellikle Rusya Cumhuriyetlerinden gelen insanların, diğerlerini hiçe sayıp, kuyruk sıralarını beklemediklerini gözledik...




Le Perroquet Vert Muhteşemdi...