YELPAZE ÜZERİNE….
Sabancı Müzesi’nde gördüğüm nefesimi kesen yelpaze koleksiyonu beni konuyu araştırmaya yöneltti. Nurcan Artam’a ait olan koleksiyon, müzenin köşk kısmında sergileniyor. Yayınladıkları kitaba göre, Nurcan Hanım uzun yıllardır Yelpaze koleksiyonunu zenginleştirmeye çalışıyormuş. Biriktirdiği parçalar 1720 ile 1900 yılları arasındaki bir süreyi kapsıyormuş.
Yelpaze, Türkçe yel, Farsça bad-bazen kelimesinden türemiş. Antep’te astım için kullanılan yelpik kelimesi de aynı kökenden geliyormuş...” yelpi :kesik ve düzensiz şekilde rüzgar esmesi” demekmiş, yelpik ise astım, nefes darlığı problemi yaşayan kişi anlamına geliyor.
Yelpaze, hava akımı sağlayan ve serinleten bir gereç... Eski Mısır ve Yunan’da ileri-geri sallanan hava akımı yaratan geniş ve düz yüzeyli bir şey... basit bir yelpaze olarak düşünülebilir.
Yelpazen hareketinin oluşturduğu hava akımı deri üzerindeki ter damlacıklarının buharlaşma hızını arttırır. Ter damlacıklarının buharlaşması ise derideki ısının uzaklaştırılmasını sağlar. Bu şekilde yelpazenin serinletmesi sağlanır.
Dr. Nazan Ölçer, yelpazeyi giyim tatihinin en ilginç ksesuarlarından biri olarak nitelemiş. Vaktinde soylular, kumandan ve yüksek konumdaki kişilerin arkasında yer alan yaprak veya süslü levhaların iki hizmetkar tarafından hareket ettirilerek hava akımı sağlaması ve kişiyi rahatlatması, daha sonraları küçük hale gelmiş.
Yelpazelerin katlanabilir ve katlanamayan türleri vardır. Katlanmayan yelpazeler sabit bir yaprakla bir saptan oluşur. Katlanabilen yelpazelerin, bir uçlarından pimle birbirine tutturulmuş yassı küçük çubukları vardır. Çubukların üstüne yelpazenin açılıp kapanmasına olanak verecek biçimde katlanan bir kumaş ya da kağıt yapıştırılmıştır. Katlanarak kullanılmadığı zamanlarda daha az yer kaplaması sağlanır.
Yelpaze sergisini incelerken, ahşap sanatı, oymacılık, nakkaşlık, dantel ve mücevher işçiliği gibi dekoratif sanatlar, aynı zamanda resim sanatı barındırdığını görüyorsunuz.
Sergideki bazı yelpazelerin katlanmadığını ve tamamen tavuş kuşu tüylerinden yapıldığını gözlerken, bazı yelpazelerinde katlanır olduğunu üzerlerinde harika resimler barındırdığını görüyorsunuz.
Yelpaze sergisi hakkındaki kitapda yelpazelerin hangi malzemelerden yapıldığı konusunda da geniş bilgi verilmiş. Bakın yelpazeler doğadaki hangi maddelerden yapılıyormuş: Kaplumbağa kabuğu, fildişi, kemik, sedef, lake, gümüş, çeşitli kuş tüyleri, boynuz; daha sonraki yıllarda selüloit ve bakalit gibi sentetik maddeler de yelpaze yapımında kullanılmış. Bir de Çin ve Japonya’da bir böceğin kabuğu anlamına gelen “lakh” kelimesinden türeme lakeden yapılma yelpazeler var. Her ne kadar lake kelimesi bizde mobilyayı çağrıştırıyorsa da, uzak doğu ülkelerinde lake yelpazeler tamamen doğal maddelerden yapılıyormuş.
1878’de Drapers’ Hall’a yelpaze üreticileri sergisi yapılmış. Serginin katoloğundaki önsözde George Augustos Sala şöyle Yazmış:” Bir diken ilk iğneyse, bir palmiye yaprağı da şüphesiz ki ilk yelpazedir” diye yazmış. Böylece, iğnenin de dikenden yapıldığını öğrenmiş olmuş.
İspanya’daki Kastilya bölgesi yelpazenin Avrupa’daki ilk izine rastladımız yerlerden birisi... Buğday ya da çavdar saplarının örülüp sonra ince huş ağacı veya böğürtlen kabuğuyla dikilerek yapılıyormuş. Diğer taraftan örme palmiye ile yapılan yelpazele Akdeniz kıyılarındaki ülkelerde pek popüler oldu.
Efendim 1700’lü yıllarda yelpazenin elde tutlma gösterme yönüne göre oluşturulan bir dil ortaya çıkmış. 19. Yüzyılda kodlanan bu mesajlar, genç hanımefendilerin gizli buluşmaları ve oynanan oyunlar için çok fayda sağlıyormuş.
Bu arada, kitaba yelpaze dilini de yazmışlar. Birkaç tanesini yazayım: Sol elde açık bir şekilde tutulan yelpaza, “Gel ve benimle konuş”; Yüz önünde sol elle tutlan yelpaze, “Sizi tanımak istiyorum”; Yelpaze kapalıysa ve dikkatli şekilde yelpazeye bakılıyorsa, “beni yanlış anladınız!” anlamlarına geliyormuş.