BİR YANDA SULTAN SOFRASI, DİĞER YANDA KERMES

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

7. Füsun Sayek kültür etkinliklerinin önemli bir kısmı geride kaldı. Her sene olduğu gibi bu sene de çok zengin bir kermes yapıldı. Kermese gelen yiyeceklerle Hatay mutfağını daha derinden öğreniyorum. Artık, 4-5 santim genişliğindeki yassı simit şeklinde hamur işinin paskalya çöreği olduğunu biliyorum. Hatay’da yaşayan Hristiyanların Paskalya zamanı haşlanmış yumurta ile yedikleri bu çöreğin içerisine sakız ve mahlep konuyor. Çok farklı bir tadı var. Yapılışı aklınızda bulunan klasik paskalya çöreği gibi değil. Tamamen Hatay’a özgü bir lezzet, bayram çöreği...
Kermeste beni hayran bırakan su kabağından yapılmış çeşitli süs eşyaları vardı. Daha çok avize yapılan kabaklar, son derece yaratıcı şekilde tasarlanmıştı. Hatay’ın toprağı o kadar verimli ki, sanata azıcık ilgisi olan herkese ilham kaynağı olabiliyor.
Yumurta akından yapılmış bol miktarda beze vardı, ikram edilen, satışa sunulan... Fotoğrafları eşim çekti, bezeleri o kadar güzel resimlemişki, duvarıma asacağım.
Artık, “Füsun’un Arsuz Lezzetleri” diye bir konsept var... Arsuz’un zeytinyağından tutun, kekiğe, çöreklere kadar her türlü ürünü ambalajlanıp satılıyor. Bu sene kermeste görev alan hanımefendiler daha profesyonellerdi. Üzerlerine gayet şık, festivalin adının yazdığı önlükler giymişlerdi. Önlüklerde numaralar da vardı, öyle ya, herkes giydiği önlüğün numarasını bilir. İsimler akılda kalmaz ama numaralar kalabilir, gayet iyi tasarlanmıştı bence.
Kermeste bazı satış yapanlar, karlarından bir kısmını kermese bırakıyorlar. İşte bu işi yapanlardan birisi de nakışlı örtüler satan Meral Hanım... Genellikle Çin’den getirilmiş veya yerli iğne oyası nakış ve örtüler satıyor, çok zevkli şeyler...
Beni duygulandıran diğer bir olay ise, kermeste zihinsel engelliler derneğinin açtığı masa idi. Onların ürettiklerinin hemen satıldığı masa, hem çok ilgi gördü, hem çok takdir topladı...
Bir haber daha verip, kermes konusunu sonlandırayım: Arsuz ilçe oldu. Kaymakam atanmış, yakında göreve başlayacakmış. Bizim gibi site ve köyler de mahalle oldu. Bunun artıları ve eksileri var, her olayda olduğu gibi; benim tek endişem, ilçe olunca hızla betonlaşma şansının artması... Arsuz’dan Güney’e Samandağı’na giderken halen çok bakir koylar var... Buralarda orman, denize kadar uzanıyor. O güzel yerleri imara açarlar diye düşününürken tüylerim diken diken oluyor.
xxx
Geçtiğimiz Şubat ayında İstanbul’da yapılan Turizm fuarında, tamamen tesadüf eseri, Antakya’da imal edilmiş sedef kakma tavlalar gördük. Tahmin edeceğiniz gibi pek beğendik ve satıcının da engin ikramına dayanamayarak satın aldık. Hep merak ediyordum, “acaba bunun imal edildiği yerde daha ne çeşitler var?” diye... Geçen gün, kalktık Antakya’ya tavla bakmaya gittik. Aman Allahım, koskocaman bir dükkan... Oldukça büyük bir kısmı üretilen tavlaların satışına ayrılmış, aman neler var neler... Ayyy, 2300 liralık sedef tavlada aklım kaldı. Yani, bir ürün bu kadar mı mükemmel yapılır? Koskocaman dükkan, üç kat... Sedeften yapılmış şahane yemek masaları, sandalyeleri, koltuk takımları, sehpalar, yatak odası takımları var... Dükkanda ayrıca Antakya’ya ait ürünler de satılıyor... İpekler, pamuklu dokumalar, gar sabunları, zeytinyağlar ve daha neler neler...
Sultan Sofrası, Antakya’nın en güzel restoranlarından birisi. Sahibi Metin Tansal ile uzun süreden beri tanışmak istiyordum. Telefonlaştık, bize yemek tarihçisi Süheyl Budak da katılmak lutfunda bulundu, pek güzel sohbet ettik.
Metin Bey, hobi olarak hoşlandığı yemek işini restorancılığa dökmüş, çok da başarılı... 1990 lardan beri sürdürdüğü Sultan Sofrası’nda kaliteyi hiç düşürmemiş. Yemeklerin tadı, restoranı ilk açtığı günden beri aynıymış, kendine göre bir standart yakalamış yani.
Antakya’ya ulaştınız, Asi nehri kıyısındaki Sultan Sofrası’na geldiniz. Hemen yanında YKB var, onun altında bir otopark var. Arabınızla geldinizse oraya bırabilirsiniz. 50 metre yürüyünce Sultan Sofrası... Tarihi mekan gayet güzel restore edilmiş, pek de sıcak karşılıyorlar misafirleri. Metin Bey, sürekli işinin başında, tanışmak isterseniz hemen orada...
Öğrendikçe, bilmediklerinizin ne kadar çok olduğunun farkına varıyorsunuz ya... Ben de Süheyl Budak –çok kapsamlı bir Antakya yemekleri kitabı yazarıdır- ve Metin Tansal’la oturup, yemek üzerine sohbet edince, Anadolu’nun derin, geniş ve çok çeşitli lezzetlerinden sadece ufak bir bölümünü bildiğimi fark ettim. Metin Bey, baklava yufkası gibi ince açtığı yufkalarla, önce pişirilmiş sonra dövülmüş etten şahane bir börek yapmıştı. Nefsime hakim oldum, börek tabağını silip süpürmedim! Kendi taktığı dönerle olağan üstü bir firik pilav ikram etti bize, şimdi fotoğrafını görünce ağzım sulandı yeniden. Efendim künefe, evlerde yapıldığında tepsiye sıkı sıkıya basılmazmış. Metin Bey’de minicik tepsilerde tek kişilik künefeyi sıkı sıkı bastırmamıştı tepsiye, nefisti...
Tuzlu yoğurt var Antakya da... Tuzlu yoğurt , kahvaltıya tereyağında kavrulur içine yumurta kırılırmış yeni öğrendim... Kimisi de yumurta kırmaz, tereyağında kavurur yermiş tuzlu yoğurdu.
Neler yedik, neler... Biberli ekmek, Kaytaz böreği, Aşur aşı, sarma, kağıt kebabı/tepsi eti, çeşitli meyve şekerlemeleri..
Allah Aşkına, kalkın Antakya’ya gidin ve Sultan Sofrası’na uğrayın... Süheyl Bey, çok alçak gönüllüdür, Metin Bey de öyle, belli olmaz size eşlik ederler...

BİR YANDA SULTAN SOFRASI, DİĞER YANDA KERMES